Yeşil Hoca

Dinsizlere Cevab
Cennet Cehennem Eserler Dünya Gidişine Kur'an Ne Diyor

 

       Bugünlerde (Kitabın ilk baskısı 1955 senesinde yapılmıştır) Orta tedrisatta din dersleri okutulacak diye yine dininin aleyhinde bazı sesler belirdi.
      Fakat ne yapalım ki dinsizlik hiçbir zaman ekseriyetin mezhebi olmamıştır ve olamaz.
      Evet, tarihin en eski efendisi olan necîp Türk milletinin, şeceresi şahâdetle dolu bu azîz neslin gönlünden din aşkını sökebilmenin imkanları yoktur.
      Türk'ün bin seneden beri kültüründe en büyük unsur (din) gelir. Bunu isbâta berâhin, şevâhid istenirse, nüfus kâğıtlarımızda görülen ( İslâm ) kaydı kâfidir. Belki aleyhinde bulunanlar da henüz bu kaydı sildirememişlerdir.
Mekteblerde din dersi okutulması, âdeta mühim bir tehlike ve inkılâbların elden gitmesi şeklinde vasıflandırılıyor.
Hayır bu söz İslâm dinine iftirâdır.
     Zira inkilâb öyle bir değişikliktir ki:
     Tarihte misli görülmeyen, o âne kadar olmayan, insanlığa nâfi olan büyük bir varlığı bir milletin bünyesinin doğurması ve insanlık âleminin de ona meftûn olmasına denir. İslâm dini ise ona hayran olur, âğuşunu açar. Zirâ tealî ve terakkî onun kabul ettiği birinci esaslardandır.
Hâl böyle iken bilmem ki bu aziz dini sevmeyenler ve dâimâ aleyhinde hücûm edenler neden korkarlar?
Acaba insanlar dinde çok tekâmül ederler, Kur'an-ı Mübin'i mezarlık kitabı halinde kurtarırlar, onun ma'nâsı huzurunda huşû ile dururlarda:
                                                             ( La yüs'elü ammâ yefal ve hüm yüs'elû )
      " Allah'tan başka herkes bilâ kayd u şart hesab verecektir "âyeti ile amel ederler diye mi korkarlar?
Yoksa İslâm dinini tetkik etmeksizin, yalnız kilise dininden almış olduğu ma'lûmat ile mi bu sesleri çıkarırlar ?
Çünkü kiliseye göre dünya için çalışmak mezmumdur.
İslâm dininde ise, " İki gününü birbirine müsâvi kılan aldanmıştır " emri vardır. Bu emir maddeten ve manen tealîyî âmirdir.
      Bak bu dinin büyük Peygamberi ne buyuruyor:
" Kendilerini bana nisbet ettikleri hâlde, dünya üzerinde ilim ve maârif nokta-i nazarından; kendilerini bana nisbet etmeyenler onlardan üstün bulunacak olursa geri kalanların benimle hiçbir nisbeti yoktur."
      Dikkat!
      Kiliseye gelince, o: kendi mensûbininden gayrisine ilmi tahsili yasak etmişti. Müsbet ilme düşman idi. Hatta sâliklerini yakıyordu dahî: (Galile'yi yaktığı gibi).
İşte lâiklik kilisenin bu zorundan doğdu, din ile dünya ayrıldı.
     İslâm dini ise:
(Talebül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin):
"İlmi istemek, öğrenmek, her müslüman erkeğe ve her müslüman kadına farzdır" diye bağırıyordu.
O dînin ilk ayeti "Oku" diye gelmişti.
(Lâ ikrâhe fiddîn) :
"Dinde cebir yoktur. Îmân umûr-ı vicdâniyyedendir müdâhale edilmez" diye en yüksek ictimâî kâideler vaz'ediyordu.
O: "Zulme rıza zulüm olduğunu" ilân ediyordu.
"İcâbında belvâya girilecek, çıkılacak fakat zulme divan durulmayacak. Zaîf kavîden hakkını kolayca alacak" diyordu.
O: "Nifâka rızânın nifâk olduğunu" bildiriyordu.
O: havâs ile âvamın muvâzenesini yapıyordu. Fakiri zengine kardeş kılıyordu. Zenginliği emrediyordu. " Zengin ol, düşmüşü kaldır, ahlâksızın ahlâksızlığını satın al, kaldır" diyordu.
O: "Nokta-i istinad kuvvet değil Hak" diyordu.
"Hedef, menfaat değil fazîlet" diye bağırıyordu.
Hayâtı, cidâl değil, teâvün diye ilân ediyordu. Zirâ cidâlin neticesi paylaşmak, teâvünün neticesi ise sarışmak olduğunu duyuruyordu.
"Yanındaki komşusunun aç olduğunu bilerek kendi karnını doyuran, mü'min değildir" diye ilân ediyordu.
Acabâ bu emirlerle amel edilse idi, bu dinin rûhiyyâtına girilse idi ve böylece yapılsa idi dünyada çirkin nazariyeler çıkabilir mi idi ?
Bu din: " Sen çalış ben yiyeyim, ben yaşayayım, sen ne olursan ol" fikrini iki âyeti ile tepelemiştir.
Esâsen beşer ister tasdik etsin, ister etmesin Kur'ân-ı Mübîn'in emirleri hâricinde kıpırdanmasına imkân yoktur.
İnkâr eden de şunu iyi bilmelidir ki, ne kadar inkâr etse yine onun arzusu dâhilinde yürür.
Evet, illâ onun dediği olacak!
Bugünde de ve nâmütenahide de böyle olacaktır. Bunu hâdiselerle isbat etmeklik de bizim için gâyet kolaydır.
İmdi şöyle bir hulâsa yapalım:
Bugün görüyoruz ki, âlem-i hikmetteki ilim gözleri kamaştıracak kadar teali etmiş, kezâ fen akıllara veleh verecek kadar almış, yürümüş, beşerin felsefesi fikirleri durduracak kadar parlamış, terbiye tezgâhları alabildiğine çalışmakta, inzibat teşkilâtı gâyet muntazam olduğu hâlde acaba neden beşeriyetin "ah" sesi bir parçacık olsun hafiflemiyor?
Cevab: Havâs ile avâmın muvâzenesizliğinden.
Bu muvâzenenin esâsı nerede var ?
Kur'ân-ı Mübin'de:
İmdi şöyle bir sual soralım:
Acabâ bu din-i celil-i İslâm'a cebhe alanlar ne isterler ? Bu milletin elinde en büyük bir sermâye olan bu manâyı neden yok etmeye çalışırlar?
Hesabı meydanda : İki insan tasavvur edelim: bunlardan birisi her gün takvîm-i insânîsinden bir yaprak koparırken, " eyvah ademe gidiyorum, hiç oluyorum " diye yaşıyor.
Diğeri de, " aslıma kavuşuyorum " diye yaşıyor.
İmdi acaba bunların hangisi huzur içinde yaşıyor ? İnanan mı, inanmayan mı ?
Evet iki er tasavvur edelim vazife almış, vatan muhâfazası için canını ortaya koymuş.
Biri: "Kör bir tesâdüfün neticesi olarak dünyaya gelmişim. İkinci hayat, ebediyet bunlar masaldan ibarettir, ihtirâsât-ı nefsâniyyemi tatmin edebilsem işte benim için saâdet budur" inancı ile yaşıyor.
Diğeri de: "Abes yaratılmış bir zerre yok, ben ibn-i Hakk'ım, bende kudretin emaneti var, insanım, Allah imzasını bana vaz' etmiş, mensi ve mühmel bırakılmayacağım, bu sahne-i dünya bir mezbahahâne değil bir hikmethânedir. Eğer şurayada can vergisi verirsem şehid olacağım, Hak bana diyet olacak, onu alacağım" imânı ile yaşıyor.
Acabâ bunların hangisinden daha iyi neticeler alınabilir?
Sözü uzatmaya lüzûm yok. İnsan insâfın huzurunda mahcub olmamalıdır. Târihte en büyük kaybımızı bile Şahıslar inkâr etse de, târih bunu böylece kaydeder.
Mehmedciğin, meydân-ı gazâde " Allah... Allah..." sayhasında fâni olarak yapmış olduğu savlet, yalnız onun zâtına mahsus bir hâlettir. Bu aşkı onun gönlünden sökebilmenin imkânı mı vardır? Söndürmek için uğraştıkça inadına parlar.
Bazı İslâm ismini taşıyan, şahs ile kâim olan çirkinlikleri mugâlâta ile dîn-i celîl-i İslâm'a tahmil etmeye çalışmamalıdır. Eğer bir suç görülürse, o bizim müslümanlığımızdadır, İslâmiyet'te değildir.
İslâmiyyet, bütün noksanlardan münezzeh irticâdan beri'dir.
Din irticânın düşmanıdır. Onun ikisini bir manâda kullanmak çok büyük günahtır.
Kur-ân-ı Mübin'de acabâ beşerin terâkkisine mâni, fennine muhâlif, saâdetine engel bir âyet gösterilebilir mi ?
Şeriât ile ma'lûmat-ı beşerîyye hiçbir zaman hâl-i nizâ'da değildir.