Hacc'ı anlatmak içün ne lâzımdır?
Bir
kimse makam-ı hayvaniyyetden makam-ı Âdemiyyete kadem bastı mı,kendi
üzerinde teharriye,tedkikata girişir.Asl'ını bulmak aşkı gelir,bu aşk
ona Allah'ı bildirir,o vakit o kimseye îman teklif edilir,ya'ni: "Bu
mevcûdatın,bu geniş varlığın akıl ölçüsüne girmeyen, hâdiseler ve tasavvurlardan
uzak bir Sâhibi vardır ve her zerre O'nunla kaim,O'nun muhabbetiyle
dâimdir.İşte bütün varlığın sâhibi olan Allah'a inan" denir,kişi
inanır,mü'min olur.
Allah'a îman gayet kolaydır.Hattâ,O'nu inkâr da ikrardır.Çünki senin
varlığın,Hakk'ın varlığına bedihî bir burhandır.Zira senin varlığın
kendinden değildir.
Şimdi en mühim nokta,Allah'ın saltanatına îmandır.İşte gaybe îmandan
murad da O'nun saltanatına îmandır.Orada akıl tıkanır kalır ve öyle
olması lazımdır.Çünki saltanat-ı İlâhiyye,akıl ölçüsüne girmez!
O,ancak îman ve aşk ile zevk edilebilir.
Misal
verelim,îzahını yapalım:
Dünya denilen şu acaip sahnede görürüz,bir kimsenin ilmi var,fazileti
var,edep ve ahlâk timsâli,zekâsından binlerce adam istifade ediyor.Fakat
ekmek parasına muhtaç.
Diğer tarafta da bir kimse görürüz;kopkoyu zâlim,muazzam bâği,geniş
fâsık,reâleti,cinayeti ayyuka çıkmış,vurmuş,kırmış,yakmış.O da,türlü
türlü ni'metler içinde müstağrak.
İşte akıl bu hâlin tahlilini yapmaktan âciz kaldı ve tıkandı.
Bir canlı misal daha vereyim:
İki tane köpek.Biri Şişli'de muazzam bir apartmanın
veyahut bir sayfiyenin veya bir villânın muazzam bir odasında oturur,her
gün lüks sabunla yıkanır,hususî bir hizmetçiye mâliktir,kuş sütüne kadar
beslenir,icabında hanımın hususî otomobilinde yanında oturur, pencersinden
dilini çıkarır,etrafı temaşa ederek hava almak için seyir yaptırılır.
Diğer köpek ise Pazar yerinde,bir kasap dükkânının önünde,bir ufak kemik
parçası bulabilirmiyim diyerek zavallı bir vaziyette dolaşırken başına
yediği ağır cir şey ile acı bir şekilde bağırarak sokak sokak kaçar.
Şimdi bunların ikisi de köpek...Mükellef değiller ki,birisi vaktiyle
yapmış olduğu bir iyiliğin mükâfatını görüyor,diğeri de zamanında irtikâb
etmiş olduğu bir kötülüğün cezasını görüyor diyelim.
İşte akıl yine tıkandı.
Zannolunmasın ki dîn-i celîl-i İslâm'da,bâhusus
o dînin büyük kitabı olan Kur'ân-ı Mübîn'de bu mevzu'lar halledilmemiş...hepsi
hallolmuştur.Fakat mevzu'ların nezaketiyle onamuhatap olmak şarttır.İmân-ı
ihsânî mertebesine çıkmak esasdır.
Gelelim mevzu'umuza: Kişi inanırsamü'min olur dedik.Fakat bu kâfi değildir.Bu
mertebenin zevkına çıkan kimseye bu def'a, "İnandığına teslim ol"¹
denir.Ya'ni kişi, îmandan teslîmiyyete geçer: "Müslüman" olur.
Bu makamdan Hak ile ünsiyet başlar: "İnsân" olur.
İnsân olunca Hakk'ın sıfalarına girmek hakkı verilir. "Tehallekû
biahlâkıllâh vettsıfû bisıfâtillâh" dersi verilir.Ya'ni Allah'ın
ahlâkıyla ahlâklanmak ve Allah'ın sıfatıyla sıfatlanmak içün bu âleme
geldiği öğretilir.Binâenaleyh "oruc" farz olur.
Oruc'da birçok sırlar olduğu gibi en mühimmi sıfât-ı İlâhiyyeye bürünmektir.
Şöyle ki:
Şa'ban'ın on beşinci gecesine tesâdüf eden "Berat" gecesinde
"İnsân" olduğuna âit berâtını alan kimse, "Yâ Rabbi!
Beni insân olarak kabûl etdin,Böylelikle en büyük ihsâna mazhar kıldın...Ben
oruc tutacağım.Hiçbir mahlûka vermediğin, yalnızca bana bahşetdiğin
o irâde ni'metini bu sahnede arzedeceğim,oruc tutacağım, senin sıfât-ı
İlâhiyyene bürüneceğim" der.
Ramazan'da oruc'a başlar.İmanın zevkını alır.
İşte bu zevkı tadana Cenâb-ı Hak, "Gel Benimle
knuş" der, o kulu muhâtab tutar,Kendisiyle konuşmak hakkını verir,
ya'ni "Namaz" farz olur.Bu makamdan niyaz, naz makamlarına
terfi' etdirilir.
Bu makamlarar terfi'eden kimselerde de nazar-ı hakikatde meşhûd olan
ancak Hak olduğu zevkı zâhir olur.Bu sûretle de Hac'daki hikmetler daha
açık tecellî eder.
İşte bu sûretle her Müslüman bilir ki İsLâm'ın
şartı (umdesi) beş'dir:
1.Savm (Oruc)
2.Salât (Namaz)
3.Hac
4.Zekât
5.Kelime-i Şehâdet
Bu tertibe bile bir incelik olduğu görülür.
İmdi:Hacc'ın keyfiyyetinden bahsetmezden evvel
fariza-i hacc'ın lâyıkıyla zevkını almak içün orucu hikmetleriyle anlatmak,
namazın yalnız şekillrini değil,hakikatini beyân etmek Lâzımdır.Çünki
bunlar birbirlerine bağlı ibâdetlerdir.Onun içün burada onlardan bir
nebze bahs edelim,sonra hac mevzu'una girelim.
Oruc'da asıl olarak üç şey nazar-ı îtibara alınmıştır:
Sıhhat-i beden, tenmiye-i havas, zengin ve fakirin senede bir def'a
müsâvi olarak yaşamaları.
Oruc; kalbin nûrudur.Kalbin bâtını olanfuâdın cilâsıdır.Garaz-ı dünyeviyyeyi
kalbdençıkarır, fikir kapıları açar, sır âyinesinin tozunu giderir.
Fehmi mahvolmuş, kalbi meyyit hâline girmiş olan kimse, "Şu açlık
nedir ve ne içün?" der ise, lisân-ı hikmet ona şöyle cevab verir:
"Şu açlık, hikmetlerin menba'ıdır.Bir kimse
orucun sırrından hükm-i adlin zâhir hikmetini almak içün îman ile, ecir
ve sevab talebiyle,Hak Teâlâ hazretlerine lâyıkıyla teslim olarak ve
emr-i teabbüd ile oruc tutarsa;hür, abd, melek, melekût, büyük küçük,
âmir, me'mur beyninde ve adle rücu'da Allah'ın hikmetinin müsavat üzerinde
olduğu görür ve Allah'ın ahlâkı iletehallûk eder, bütün şuunatda hâline
göre nâs, ondan insaf görür.Binâen'aleyh her oruc tutan, kendisini kontrol
etmeli ve ahlâk-ı îlâhî ile tehallûk edip etmediğini duymalıdır. Oruc
tutan kimse zengin olup eğer hakikaten ahlâk-ı İlâhiyye etmiş ise fukaranın
hâlini düşünerek onlara merhamet, şefkat ve ihsân ile muamele edeceği
âşikârdır.
Fakir ise, kendisiyle mâfevkının beynini müsâvi kılan Cenâb-ı Hak kendisini
hükümde
Ağniyâ-i şâkirîn zümresine ilhak eylediği gibi ni'metde dahi o zümreye
ilhâkı içün Hak Teâlâ
hazretlerinden hüsn-i zanda bulunur.Şu makamda fakir halinde bütün Müslümanlar
içündua eder.
En mühim nokta: İftar ve sehur ancak helâl lokma ile sâlih olacağı içün;
keza sadaka helâl maldan verilebileceği içün oruc tutan helâle koşar.İşte
bu hikmetler orucun esrârındandır.Bu hâle dikkat edip sâim; bir huzura,
bir şühûda dâhil olur, bu feyz onu makam-ı ubûdiyyete devam etmektir.Orucda
câmi'-i himmet vardır.
Dikkat!
Namaz halinde huzûr-ı kıble Kâ'be olduğu halde, oruc
hâlinde kâ'be-i huzûr kalbdir.
Kâ'be, esrâr-ı Hakk'ı hatırlamak içün iki cihetden
ibaretdir.
Hulâsa:a'bûdün bilhak, maksûdün bizzat ancak Allah'dır.Cihet
ve mekândan münezzehdir,fakat cihetler ve mekânlar Ondan münezzeh değildir.
"Feeynemâ tüvellû fesemme vechullah."
Ya'ni: "Her nereye dönersen kıbletullah Zâtullah'dır" âyet-i
kerimesi ve:
"Fevelli vecheke şatral mescidil harâm."
Hizmet-i ubûdiyyetle toprağa yüz sürüp tezellül gösterilecek makama
teallûk eden hâle işâret eden bu âyet-i celîle bunun isbâtıdır.
Kul orucla riyâzatda bulunursa, âdetinin kesâfetinden çıkar, tıpkı kılıç
kınından sıyrıldığı gibi, işte o hakikî oruclu da kınından sıyrılır
bir insân-ı kâmil olur (Bu bahsin lâyıkıyla anlaşıla bilmesi içün, insân-ı
kâmilde gizlenmiş olan mâ'nâyı bilmek lâzımdır.însanın hakikî kıymetini
de lâyıkıyla din bildirdiğinden din ve ahlâk hakkındaki geniş ma'lûmatı
"İslam Dîninde Sarsılmayan Esaslar" isimli kitabımızdan bulabilirsiniz."
Ve o makamda yapılan dinî ve dünyevî sâlih olur.
Ey hakikat yolcusu, dikkat et!
Orucun zâhiri ve bâtını vardır.
Zâhirde a'zânın orucu şöyledir: Dil, yalandan, gıybetden kendini imsâk
etmek; göz, gafletden men'olmak; kulak, menâhî işitmekden kendini muhafaza
etmek; nefs, hırs ve şehvetden kendini muhafaza etmektir.
Bâtındaki orucun hitâbı: Kalbe, rûha, sırradır.
Kalbin orucu:Hubb-ı dünyadan ya'ni hak ve hakikatden insanı alakoyan
şeylerden kalbi tathîr etmektir.Evet, ahkâm-ı İlâhiyye ile Beyt-i İlâhî
olan kalbin temelini anâsır-ı erbbnın semâsına yükseltip nefs-i emmâre
ordusuna işgal ettirmemektir.
Rûhun orucu:Âhiret lezet ve ni'metlerine dahi tama'etmemek,
naîme değil, mün'ime kavuşmaya çalışmaktır.
Sırrın orucu: Hak'dan gayrısını görmemektir.
İşte bu sırra vâkıf olup, zevki tadarak oruc tutanın iftarı, müşâhede-i
Hak olur.Buna işareten Fahr_i âlem Efendimiz, "İftar zamanında
mü'minin hâl-i ferâhı ne hoş olur" buyurmuşlardır.
Bir hadîs-i kudsî'de :
"Essavmu lî ve ene eczi bih" buyrulmuştur.
Meâl-i
âlîsi şudur:Cenâb-ı Hak, "Oruc Benim içindir, onun mükâfatını da
Ben vereceğim" buyurmuşlardır.
Ferân-ı İlâhî'de büyük bir incelik vardır:
Her şey'in mükâfını Allah verir.Ondan gayri bir şey vermek kimin haddidir.
İstediğini istediğine veren ve istediği vakitde almak kudretinin sâhibi
olan ancak Odur.
Hadîs-i şerîfdeki incelik şudur:
Dîvân-ı mücâzatda, mahkeme-i dâd'da beşerin vücûd-ı müktesebe-i ma'neviyesi
olan a'mâli,huzura yığılınca seyyiatına mukabil hasenâtı yağma olmaya
başlar…
İşte orucun mükâfatına el uzatıldığı zaman Cenâb-ı Hudâi "O,Benim
sıfat-ı samedâniyyeme bürünerek,riya kokusu olmadan yapılan bir kulluğun
mükâfatıdır.Ona el süremezsiniz.Onun nâmına alınacak şey'i Ben karşılarım."
Bu kerem ü âtıfet karşısında insan başını yere koymaz mı? Bu ne büyük
ihsandır.
İşte
bir ramazan orucu ile sıfat-ı samedâniyeye giren hakikî insan, ahlâk
îlahiye ile tehallûk edip, sıfat-ı ilâhiyyede fâni olup,kendisinde hasâis-i
rubûbiyyet, feyz-i İlâhî tecellîedince Cenâb-ı Hak, "Makam-ı beşeriyete
dön!" der, ya'ni (ıyd) hâli tecellî eder,Bayram olur.
Bu kadar büyük âtıfet-i Rabbaniyeye mazhar olduğuna teşekkür olmak üzere
iki rek'at Bayram namazı kılınır, bu namazda fevkal'âde olarak altı
tekbir fazla alınır.
Sebebi: Senede iki def'a bu namaz kılındığında ve büyük bir şeâir-i
dîniyyeden olduğundan huzûr-ı Nebî kemâl-i ihlâs ve aşk ile Cenâb-ı
Peygamber'e arz-ı teslîmiyet ederken, O, beşeriyetin Fahr-i Ebedîsi
secde ve rükû ancak teabbüde lâyık ve hadd-i zâtında ekber olan Allah'a
mahsus olduğuna işareten o namazda altı tekbir fazla alınmasını emir
buyurdular…
|