Muhterem okuyucular !
Bu kitabımızda: Zirve-i tevhîd'e, seâdet
yoluna; suâller sorarak ve cevablar vererek ulaşmak istediğimizden kitabımızın
adını "İlmihal" koyduk. İnşâallah kavlen de olsa o yolun yolcusu
oluruz..
Sual
1 - Niçin yaradılmışız ?
Cevab 1 - Sâhibimizi, Aslımızı, Meâdımızı,
Rabbimizi bilmek, bulmak, neticede tahakkuk etmek (meydâna çıkmak) için
yaradılmışız.
Sual
2 - Cenâb-ı Hakk'ı bilmek için evvelâ ne lâzımdır ?
Cevab 2 - Cenâb-ı Hakk'ı bilmek için evvelâ:
Hakikat gözünden perdeyi kaldırıp kendi üzerimizde, ma'nâmızda iyi bir
tedkika başlayıp, kendimizi bilmemiz, " İnsan nedir" suâline
cevab vermemiz lâzımdır. Bu tedkikat neticesindedir ki Allah'a îmânın
zarurî olduğunu görür ve onun hâricine çıkmanın imkânı olmadığını anlarız.
Sual
3 - O halde bütün eşya kendisine müsahhar kılınan, mechûlden ma'lûmu
çıkaran insan nedir ? Bu elli, altmış kiloluk kan ve kemik torbasından
mı ibarettir ?
Cevab 3 - Hayır, bu kan ve kemik torbası;
ancak insan hüviyyetinin vesikası, ma'nâsının gelinidir. İnsan ise;
bende söyleyene, sende dinliyene denir.
Sual
4 - İnsan bu mevcûdiyyetini kendinden mi almışdır ?
Cevab 4 - Hayır kendinden almamışdır.
Zîra kendinden aldı dersek, vücûdu; vâcib ve bizzarûre dâima mevcûd
olması lâzım gelecek. Hâlbuki insânın zâhiri değişiyor, bozuluyor, ihtiyarlıyor,
bir gün seviniyor, bir gün yeriniyor, hulâsa tavırdan tavıra geçiyor,
dâima bir şanda durmuyor. O, mükellef konuşan lisan bir gün çene kemiklerinin
arasında unufak oluyor, o gözleri tezyîn eden (süsleyen), bakmaya kıyılamayan
kirpiklerden Kudret duvar üzerinde diken yapıyor.
Ba'zan her şey'i yapar gibi görünüyor, semâlara kadar uzanıyor, denizlerin
dibinde gidiyor, dağları deliyor, fakat îcâbında gözüyle göremediği,
eliyle tutamadığı bir mahlûkun pençe-i kahriyyesinde âciz kalıyor, istediği
bir kimse ile evlenip de istediği şekilde bir çocuk yapamıyor. Hâlbuki
kendi kendini yapanın her şey'i yapması lâzımdı; yapamadı binâen'aleyh
bu varlığı da kendinden alamadı.
Sual
5 - Yukarıda söylediğimiz gibi; her şey'i yapar gibi görünen , îcabında
hiçbir şey yapamayan, acz içinde kıvranan, kabrin kapısını kapamayan,
asıl doğum olan ölümü kaldıramayan, mevcûdâtdan aczi gideremeyen insan,
bu varlığı muhîtinden mi aldı ?
Cevab
5 - Hayır muhîtinden de almadı.
Zîra tedkik edecek olursak muhîti ondan âcizdir.
Sual
6 - O halde varlığını kendinden de, muhîtinden de almayan bu "Kaabil",
bu "Mazhar",bu "Mısdar", hulâsa "İnsan"
nedir ?
Cevab
6 - Bu kaabil bir fâilin mazharı, bu mısdar bir masdarın mazharı, bu
muazzam fabrika bir Hâlik'ın sun'u (yapısı)'dur. Allah'a muhâtabdır
ve esrâr-ı zâtiyyeye ve sıfât-ı ilâhiyyeye âğâh olabilecek kaabiliyyetde
hâlk olunmuş, mahlûkatın en şereflisidir. İşte zâhiri hâlk, bâtını Hak
olan bu ma'nâyı kim teharrî (arar) eder de bulursa Rabbisine ârif olanda
odur.
Hâdisât ve tasavvurâtdan münezzeh, vücûdiyle mevcûd, sıfatiyle muhît,
esmâsiyle ma'lûm, ef'âliyle zâhir, âsâriyle meşhûd olan Allah'ı beyân
eden bu kitâb-ı kâinat içerisinde etiket-i ilâhîyi taşıyan; yalnız insandır.
Mühr-i hümâyûn-ı sübhânî insâna vurulmuşdur.
İNSAN: Nâib-i Hakk'dır.
İNSAN: Aslını bulmak aşkıyle doğmuş kerâmetli bir mevcûddur.
İNSAN: Hakîkat nûrlarını ve ma'nevî hediyyeleri kabûle müsteıd bir candır.
İNSAN: Tenezzülât-ı Sübhâniyye'nin ilk mazharı olan, zulmetin mukabili
olmayan, (Evvelü mâ halâkallahü nûrî) fermânının mefhûmu olan, Melek
velvelesi, Felek meş'alesi yok iken, kader nakkaşı semâvâtın tezyînâtını
vurmamışken, ne eserden, ne esîrden hiçbir şey bilinmez iken hazret-i
ulûhiyyetde sâcid olan ma'nâ-i Muhammedî'nin, o nefs-i nâtıka-i kâinâtın
kalbinin bir meyvasıdır.
İşte bütün mahlûkatın en mümtazı olan insan: Şu kâinâtın hakikî sâhibi,
bilerek ve hikmetle tasarruf edeni tarafından çok sevilerek, pek seçilerek
yaradılmış, aşk denilen bir nûr onun ma'nâsına rekz edilmiş. Yine her
şey'i görerek, bilerek, terbiye eden, hikmetleri, gaayeleri, fâideleri
irâde ederek tedvîr eden, bir şey'i her şey, her şey'i bir şey yapan
Zât-ı Mutlak; muhabbet-i ilâhiyyesinin sûretinin sûreti olan bu sınıfa
bilmek hâssasını vermiş. Bilenin konuşmasını lâzım kılmış, bu âlemde
kendisine muhâtab tutduğu bu mahlûkuyla mektûbu ile konuşduğu gibi bir
gün de tercümansız, hicabsız kendileri ile konuşacağını i'lân etmiş
ve "her insan kendisindeki bu varlığı kendinin zannetmesin, benim
olduğunu bilsin." Diye emretmiş ve yine insânın hakîkati teharrî
edip (arayıp) kendinde bulunan bu âriyet varlığı Hakk'da boşaltacak
olursa büyük kâm alacağıda beyan edilmiş... Fânîyi bâkî ile tebdîl etme
( değiştirme ) nin çâresini îzâh etmiş... Bu muazzam insan fabrikası
Allah'sız işletilirse iflâs edeceği duyurulmuş ...
Sual
7 - Bu gördüğümüz kâinat ve görmediğimiz âlemler nedir ?
Cevab 7 - Bu gördüğümüz kâinat ve göremediğimiz
âlemler: Allah'ı beyân eden mufassal (geniş) bir kitabdır.
Sual
8 - Bu kainat, hiçden, kendi kendine olur mu ?
Cevab 8 - Olmaz. Sıfırı hangi adedle darbeder
(çarpar) iseniz sıfır çıkar:
0 *1.000.000 = 0. Onun için bu kainâtın oluşunu bir irâde sahibinden
başka bir mebde' (başlangıç ) de arayanlar pek zavallıdırlar.Fen, bize
ezelî hiçbir cismi mürekkeb gösteremiyor. Sıkışınca "hâdisât"
deyip çıkıyor. O hâlde irâde olmasa ilk hudûs (sonradan peydâ olma)
nasıl mümkün olurdu?
Hulâsa: Mahlûkat denilen bu kâinat: Hakk'ın varlığında görünen bir takım
fânî sûretlerdir. Bundan dolayı dinde en büyük esas her zerrenin hukukuna
riâyet etmekdir.
Binâen'aleyh Allah'ın her zerreye vermiş olduğu kıymeti, hükmü bil,
ona göre hareket et. Sâhibini inkâr edip de kâfir, ahkâmını inkâr edip
de zındık olma.
Kendini çok iyi anlamaya çalış. Şunu iyi bil ki: Bu âlem (ten), sen
de o tenin (can)ısın.
Demek oluyor ki bu kâinâtı, bizâtihî vâcib bir mevcûd meydâna getirmişdir.
İşte o vâcibü'l-vücûda ALLAH denir .....
|