Yeşil Hoca

Zirve-i Tevhid
Yeşil Hoca Eserler Mehdi Resul


     Muhterem okuyucular !
     Bu kitabımızda: Zirve-i tevhîd'e, seâdet yoluna; suâller sorarak ve cevablar vererek ulaşmak istediğimizden kitabımızın adını "İlmihal" koyduk. İnşâallah kavlen de olsa o yolun yolcusu oluruz..

     Sual 1 - Niçin yaradılmışız ?
     Cevab 1 - Sâhibimizi, Aslımızı, Meâdımızı, Rabbimizi bilmek, bulmak, neticede tahakkuk etmek (meydâna çıkmak) için yaradılmışız.

     Sual 2 - Cenâb-ı Hakk'ı bilmek için evvelâ ne lâzımdır ?
     Cevab 2 - Cenâb-ı Hakk'ı bilmek için evvelâ: Hakikat gözünden perdeyi kaldırıp kendi üzerimizde, ma'nâmızda iyi bir tedkika başlayıp, kendimizi bilmemiz, " İnsan nedir" suâline cevab vermemiz lâzımdır. Bu tedkikat neticesindedir ki Allah'a îmânın zarurî olduğunu görür ve onun hâricine çıkmanın imkânı olmadığını anlarız.

     Sual 3 - O halde bütün eşya kendisine müsahhar kılınan, mechûlden ma'lûmu çıkaran insan nedir ? Bu elli, altmış kiloluk kan ve kemik torbasından mı ibarettir ?
     Cevab 3 - Hayır, bu kan ve kemik torbası; ancak insan hüviyyetinin vesikası, ma'nâsının gelinidir. İnsan ise; bende söyleyene, sende dinliyene denir.

     Sual 4 - İnsan bu mevcûdiyyetini kendinden mi almışdır ?
     Cevab 4 - Hayır kendinden almamışdır. Zîra kendinden aldı dersek, vücûdu; vâcib ve bizzarûre dâima mevcûd olması lâzım gelecek. Hâlbuki insânın zâhiri değişiyor, bozuluyor, ihtiyarlıyor, bir gün seviniyor, bir gün yeriniyor, hulâsa tavırdan tavıra geçiyor, dâima bir şanda durmuyor. O, mükellef konuşan lisan bir gün çene kemiklerinin arasında unufak oluyor, o gözleri tezyîn eden (süsleyen), bakmaya kıyılamayan kirpiklerden Kudret duvar üzerinde diken yapıyor.
Ba'zan her şey'i yapar gibi görünüyor, semâlara kadar uzanıyor, denizlerin dibinde gidiyor, dağları deliyor, fakat îcâbında gözüyle göremediği, eliyle tutamadığı bir mahlûkun pençe-i kahriyyesinde âciz kalıyor, istediği bir kimse ile evlenip de istediği şekilde bir çocuk yapamıyor. Hâlbuki kendi kendini yapanın her şey'i yapması lâzımdı; yapamadı binâen'aleyh bu varlığı da kendinden alamadı.

     Sual 5 - Yukarıda söylediğimiz gibi; her şey'i yapar gibi görünen , îcabında hiçbir şey yapamayan, acz içinde kıvranan, kabrin kapısını kapamayan, asıl doğum olan ölümü kaldıramayan, mevcûdâtdan aczi gideremeyen insan, bu varlığı muhîtinden mi aldı ?
     Cevab 5 - Hayır muhîtinden de almadı.
Zîra tedkik edecek olursak muhîti ondan âcizdir.

     Sual 6 - O halde varlığını kendinden de, muhîtinden de almayan bu "Kaabil", bu "Mazhar",bu "Mısdar", hulâsa "İnsan" nedir ?
     Cevab 6 - Bu kaabil bir fâilin mazharı, bu mısdar bir masdarın mazharı, bu muazzam fabrika bir Hâlik'ın sun'u (yapısı)'dur. Allah'a muhâtabdır ve esrâr-ı zâtiyyeye ve sıfât-ı ilâhiyyeye âğâh olabilecek kaabiliyyetde hâlk olunmuş, mahlûkatın en şereflisidir. İşte zâhiri hâlk, bâtını Hak olan bu ma'nâyı kim teharrî (arar) eder de bulursa Rabbisine ârif olanda odur.
Hâdisât ve tasavvurâtdan münezzeh, vücûdiyle mevcûd, sıfatiyle muhît, esmâsiyle ma'lûm, ef'âliyle zâhir, âsâriyle meşhûd olan Allah'ı beyân eden bu kitâb-ı kâinat içerisinde etiket-i ilâhîyi taşıyan; yalnız insandır.
Mühr-i hümâyûn-ı sübhânî insâna vurulmuşdur.
İNSAN: Nâib-i Hakk'dır.
İNSAN: Aslını bulmak aşkıyle doğmuş kerâmetli bir mevcûddur.
İNSAN: Hakîkat nûrlarını ve ma'nevî hediyyeleri kabûle müsteıd bir candır.
İNSAN: Tenezzülât-ı Sübhâniyye'nin ilk mazharı olan, zulmetin mukabili olmayan, (Evvelü mâ halâkallahü nûrî) fermânının mefhûmu olan, Melek velvelesi, Felek meş'alesi yok iken, kader nakkaşı semâvâtın tezyînâtını vurmamışken, ne eserden, ne esîrden hiçbir şey bilinmez iken hazret-i ulûhiyyetde sâcid olan ma'nâ-i Muhammedî'nin, o nefs-i nâtıka-i kâinâtın kalbinin bir meyvasıdır.
İşte bütün mahlûkatın en mümtazı olan insan: Şu kâinâtın hakikî sâhibi, bilerek ve hikmetle tasarruf edeni tarafından çok sevilerek, pek seçilerek yaradılmış, aşk denilen bir nûr onun ma'nâsına rekz edilmiş. Yine her şey'i görerek, bilerek, terbiye eden, hikmetleri, gaayeleri, fâideleri irâde ederek tedvîr eden, bir şey'i her şey, her şey'i bir şey yapan Zât-ı Mutlak; muhabbet-i ilâhiyyesinin sûretinin sûreti olan bu sınıfa bilmek hâssasını vermiş. Bilenin konuşmasını lâzım kılmış, bu âlemde kendisine muhâtab tutduğu bu mahlûkuyla mektûbu ile konuşduğu gibi bir gün de tercümansız, hicabsız kendileri ile konuşacağını i'lân etmiş ve "her insan kendisindeki bu varlığı kendinin zannetmesin, benim olduğunu bilsin." Diye emretmiş ve yine insânın hakîkati teharrî edip (arayıp) kendinde bulunan bu âriyet varlığı Hakk'da boşaltacak olursa büyük kâm alacağıda beyan edilmiş... Fânîyi bâkî ile tebdîl etme ( değiştirme ) nin çâresini îzâh etmiş... Bu muazzam insan fabrikası Allah'sız işletilirse iflâs edeceği duyurulmuş ...

     Sual 7 - Bu gördüğümüz kâinat ve görmediğimiz âlemler nedir ?
     Cevab 7 - Bu gördüğümüz kâinat ve göremediğimiz âlemler: Allah'ı beyân eden mufassal (geniş) bir kitabdır.

     Sual 8 - Bu kainat, hiçden, kendi kendine olur mu ?
     Cevab 8 - Olmaz. Sıfırı hangi adedle darbeder (çarpar) iseniz sıfır çıkar:
0 *1.000.000 = 0. Onun için bu kainâtın oluşunu bir irâde sahibinden başka bir mebde' (başlangıç ) de arayanlar pek zavallıdırlar.Fen, bize ezelî hiçbir cismi mürekkeb gösteremiyor. Sıkışınca "hâdisât" deyip çıkıyor. O hâlde irâde olmasa ilk hudûs (sonradan peydâ olma) nasıl mümkün olurdu?
Hulâsa: Mahlûkat denilen bu kâinat: Hakk'ın varlığında görünen bir takım fânî sûretlerdir. Bundan dolayı dinde en büyük esas her zerrenin hukukuna riâyet etmekdir.
Binâen'aleyh Allah'ın her zerreye vermiş olduğu kıymeti, hükmü bil, ona göre hareket et. Sâhibini inkâr edip de kâfir, ahkâmını inkâr edip de zındık olma.
Kendini çok iyi anlamaya çalış. Şunu iyi bil ki: Bu âlem (ten), sen de o tenin (can)ısın.
Demek oluyor ki bu kâinâtı, bizâtihî vâcib bir mevcûd meydâna getirmişdir. İşte o vâcibü'l-vücûda ALLAH denir .....