Ruh Nedir ?
Din Nuru Eserler ALLAH'a Nasıl Münacat'da Bulunulmalı


ALLAH DE
BESMELENİN ESRARI
RUH NEDİR ?

     Ey inananlar!

     Görülüyor ki dünyada birkaç gün dar ve geniş yaşadıktan sonra hiçbir şekilde re'yimiz alınmadan, yerlerimiz dünyaya yeni gelenlere terk ettirilerek bu âlemden âhırete götürürler.
İşte Kudret'in cilvesi, hilkatin hikmeti budur.
Gelen gider.. doğan ölür..
Yalnız, bu doğmak ile ölmek arasında hüner:
Allah'ı bilmek, Resûl-i A'zam'ı tasdîs etmek, hukuk-ı insâniyeyi tanımak, mahlûk-ı Hudâ'ya şefik olup, bu kubbede hoş bir sadâ, nâfi'bir eser bırakıp gitmektir.
Onun içün urefâ der ki:
     "Ey mağmur! Hayâta kurulma.. sakın gaâfil dolaşma.. ayak bastığın topraklar, ya bir mahbûb-ı dilârânın yanağı, yâhud bir cihan kahramanının göbeğidir. Binâen'aleyh yalnız eşini, aşını, işini bilmekle işim oldu bitti zannetme. Makâm-ı insâniyyete kadem bas. Rûhunun yolunun ma'nâsını Rabb-i Kadîr'e götürebilecek iki kanat tedârikine bak. Ki o kanatlara "imân" ve "amel" kanatları denir."
Şimdi şu nazm-ı kerîmin huzûrunda huşu', hudu' ile biraz duralım:

( Ve lekad keremnâ benî âdeme. )

     Evet bu âyet-i kerîme mûcibince mahlûkat içerisinde insâna nasıl " kerâmet tâcı" giydirildiğini, Cenâb-ı Hakk'ın, bizi nasıl tekrîm ettiğini anlayalım da, seciyye-i insânımizi ayak altına almayalım, zulme divan durmayalım, alçağa yüzsuyu dökmeyelim.
     Filhakika, insan: Şecere-i kâinatın en câmi', en nâzik, en nâzenîn, en nâzdâr, en niyâzdâr bir meyvesidir.
İnsan: Hubb-ı Sübâhî ile hâlk olunan bu mevcûdâtın içinde Sâni'-ı A'zam'ın esrâr-ı İlâhiyye'sine âgâh, sıfât-ı Sübhânî'sine lâyık olabilecek bir isti'dadda yaratılmış en kıymetli bir mahlûk olup, cem'iyyet-i külliyyeye mazhardır.
Mezâhirden hiçbir varlık bu rütbeye nâil olamamıştır.
     İnsan: Bütün mükevvenâtın hâtemi ve mevcûdatın zübde ve hulâsasıdır.
Hâdisât ve tasavvurâttan münezzeh, her şe'nde kayyûmiyyet-i zâtiyyesi meşhûd, bir şey'i her şey, her şey'i bir şey yapan, vücûdu ile mevcud, sıfâtı ile muhît, esmâsı ile ma'lûm, ef'âli ile zâhir, âsârı ile meşhûd olan Cenâb-ı Hak, bilinmesini sevdi, diledi, insânın tıyneti olan su ve çamur ma'rekesinden bir çadır kurdu, topraktan bir âyine yaptı ve sıfatlarının aksini orada tecelli ettirdi.
İnsanı arz üzerinde nâib-i İlâhî yaptı.
Âlemdeki her hakîkatin insanda olmasını irâde etti.
Sâni'; bu masnû'âtının üzerinde etiketini insâna vaz'rtti, esmâ-i İlâhiyye'sini teslim etti.
Hulâsa, insan bu âlem âyinesinin cilâsı ve bu mevcûdât sûreinin rûhu oldu.
Kuvve-i bâsıra'nın zevkı olan rü'yet; göz bebeğinin sûreti ile vâkı' olduğu gibi, âlem-i mükevvenât için de zevk-ı rü'yet; hazret-i insân oldu. Fakat insan; (kâmil) olarak ve (gayr-ı kâmil) olarak ikiye ayrıldı.
Her ikisi de, bilcümle esmâyı câmi ' olan (Allah) ism-i şerîfinin mazharı olduğu halde insân-ı kâmil tasfiye yolunu tuttu, kendisini Hak'da boşalttı, mebde'e rücu' etti, sahte varlıklardan soyundu, o varlığın fâni olduğunu anladı, kendini Hakka sattı, mazhar-ı tebcîl oldu, kâm aldı...
İşte bu sınıfa (Hak-perest) denildi.
     Diğer sınıf: Mevhum varlıklara güvendi, kendisine taptı, nâil olduğu nimetin farkına varamadı, Allah'ın varlığına karşı " Ben varım" dedi, hod-perest oldu, hüsranda kaldı.
İnsân-ı Kâmil; nûru ile, nûr hazinesine dâhil oldu, hilkati nâr olan şeytânı tasarruf etti.
Kâmil olmayan insan da nâr ile âlem-i nâr hazinesine dâhil oldu. Çünki hilkati nâr
olan şeytânı, o tasarruf edeceği yerde, şeytan onu tasarruf etti.
     Şimdi: Ey insan oğlu !
İşte dünya mezraa, âhiret de harman!
Cennet, cehennem de birer mahzendir.
İmdi, her şey'in hakikatini öğrenmek, huzûr ile yaşamak, dünya ve âhirette seâdete
kavuşmak, hulâsa iyi netice almak istersen: Hâzır ol! Tâhir ol! Kur'ân-ı Mübîn'in sadrına kulağını koy, oradan alacağın cevabla her müşkilini hallet.
Her işe Allah'ın ismi ile başla! Allah de ! O'nun nâmı ile al, O'nun nâmı ile ver,
O'nun nâmı ile yap! Zîra bâb-ı Kudret, esmâ-i İlâhiyye ile açılır.
Yalnız, o isimlerin içinde (Kahhâr) ismide vardır. Gelişinden, gidişinden gâye nedir anlamadan serkeşlik edeni, tekebbür edeni tepeler.
Kulun tekebbürü, aslından çıkmasıdır. Aslından hârice çıkan da kendini yorar, nihâyet yıkılır.
Tekebbür edeceğine, Hakk'a karşı küçül ki halka karşı büyüyesin. Ne kadar küçülürsen, aslına o kadar çabuk rücu' edersin.
Besmele'deki halâveti görmeye çalış.
Evet, o üç ismin: Ya'ni ALLAH, RAHMÂN, RAHIYM isimlerindeki halâveti tat da,
Allah'ın rahmeti, azâbını sebkettiğini anla.
O'nun ismiyle başlanan işin sonunu tedkik et, O'nsuz başlanan işin , sonsuz olduğunu, mahrûmiyyetle neticelendiğini gör ve canlı misâl istersen tarihe bak, Fir'avn'ın işiyle Hazret-i Mûsa'nın işini mukâyese et.
Evet, Fir'avn, bu âlem-i şühûdda, bu dünya sahnesinde Allah'ın ismini bıraktı, kendi ismiyle birçok işler yaptı, birçok ma'sum yavruyu boğdurttu, fakat neticede, zulmünün karanlığında, kesâfetinde boğuldu, "aman !" dedi amma iş işten geçti, söndü gitti.
Ona mukâbil Mûsâ da bu âleme geldi, fakat o Allah'ın ismi ile işe başladı, hidâyet yolunu açtı, vazifesi bitti, o da âlem-i ebediyyete gitti. Fakat o âlemden hâlâ sesi geliyor milyonlarca insan peşinden gidiyor,ta'zîm ile ismini anıyor.
Nümrud da bu âlemde saltanatlar kurdu, o saltanatına güvenerek, Allah ismini anmadan, birçok işler yaptı, insanlar boğdu, nihaet söndü gitti.
Onun karşısında Hazret-i İbrahim Halîlullah da bu şühudda bulundu, fakat o, Allah'ın ismi ile neler yaptı. Neticede o da âlem-i cemâle teşrif etti, fakat binlerce seneden beri milyarlarla insanın dilinde makâm-ı tebcîlde ismi anılıyor, milyonlarla müslüman tarafından günün beş vaktinde Huzûr-ı İlâhî'de Habîbullah ile beraber o Halîlullah'ın ismi de zikrolunuyor.
Yine, Ebûcehil de geldi, kendi sahte varlığına güvendi, bir vakit etrefında avanesi de vardı, hakîkate isyân etti, birçok işler yaptı.
Onun karşısında beşerriyyetin Fahr-i Ebedîsi olan Hazret-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) da tenezzülen bu âleme teşrîf etti, Hırâ dağında yükselen kelime-i tevhîdi tek başına yükselttiği vakit bütün medeniyyetler, cem'iyyetler hasım olduğu gibi, en yakın hısımları da ona hasım olmuştu, fakat işe Allah nâmıyle başlamıştı.
O Saltanat-ı Muhammediyye kâinata i'lân edilecek, beşeriyyet zulmetten nûra çıkacak, zaif kavîden serbestçe hakkını alacak, medeniyyete nümûne olarak gösterilecekti.
Hendek harbinde parçalanmayan sert kaya, yed-i Muhammedî'deki külünk ile Allah'ın ismi anılarak parçalanacak, parçalanırken çıkan kıvılcımlardan ümmetine açılacak olan fü'tûhat kapıları görülecek, bu haber herkesi şaşırtacaktı.
Nitekim öyle oldu, Allahsızların az zamanda bükülmeyen kafaları büküldü, yüzleri kızardı, dilleri tutuldu.
İnsan pişirici bir iklimden tulû' eden o şems-i hakîkat-ı Muhammediyye her tarafta feyzini vermeye başladı, put-perestliği yıktı, az bir zamanda Hindistan'a girdi, Brahma ve Buda dînine gâlip geldi. Şarkta Hıristiyanlık hâkimiyyetini kaldırdı, İran'da Zerdüştîlik yıkıldı, Avrupa'nın İspanyası'na sâhib olundu, Şarkî Roma İmparatorluğu zaptedildi, böylelikle de bugünkü dünya hâdisatında Kur'an mu'cizesi görüldü ve ebediyyen de görülecek.. hep Kur'an 'ın dediği çıktı, Hz. Muhammed'in verdiği haberler tahakkuk etti. Ve nihayet Kur'an'ı tasdîk edenlerin de, etmeyenlerin de Kur'an hükmü tahtında mahkûm olduğu apaşikâr meydâna çıktı.. milyonlarca insan Hazret-i Muhammed'e ve onun mu'cizesi olan Kur'an'a âşık olarak yaşadı ve yaşıyor...