Hazret-i
İsa'nın Huzurunda Metropolide Cevab
Zulmü
gördüğü yere adli, cehli gördüğü yere ilmi, nifakı gördüğü yere vifakı
vaz'eden, tarihin en eski efendisi olan Türk'ün kültüründe bin seneden
beri en büyük unsur olarak "İslâm dîni" gelir. Bunu ispata
şevâhid, berâhin istenirse nüfus kâgıtlarını açtığımız vakit apaçık
bu kaydı görürüz.
Ne var ki: Yakovas isminde bir metropolit çıkıvermiş: Türk'ün bu aziz
dînine, necib Peygamberine, mübeccel Kitabına tecavüz etmiş.
Yirminci asır gibi ilmi akıllara veleh verecek, fenni gözleri kamaştıracak,
felsefesi fikirleri durdurucak kadar teâlî ve tekâmül eden bir asırda
(etden, kandan, kemikden) Allah kabûl etdirmek içün "Nurlu Ufuklar"
nâmında bir broşür yazmış, bunun propagandasını yapmış.
İmdi, avn-i İlâhî ile, Hazret-i İsâ'nın huzûrunda onun içün gösterilen
vasıfları kendi şahsında cem'etmemiştir" diye, Beşeriyyetin Fahr-i
Ebedîsi, Nefs-i Nâtıka-i Kâinatın kalbi, Hazret-i İsâ'yı ve Cenâb-ı
Muhammed'e," Kur'ân'ın mukaddes kitablar yanında âhenksizliği afvolunamaz"
diye; her zaman genç ve dinç bulunan, hasmını on dört asırdan beri muârazaya
da'vet edip dâima ilmen ve aklen tepeleyen Kur'ân-ı Mübîn'e, aynü'l-adâlet,
masdarü'l meşveret, ma'denü'l-müsâvât, menba'ü'l-hürriyet, her emr-i
menkulü akl-ı selîme göre ma'kul olan Dîn-i Celîl İslâm'a, "Kiliseye
girmedikleri için felâha kavuşamadıklarını" işaret etdiği Türk
milletine dil uzatmanın ilmen ve aklen ne olduğunu anlatacak, bu meyanda
da hem Dîn-i Muhammedî'yi, hem de Dîn-i Hristiyâniyyeti beyân edeceğim.
Şimdi: Bu beyânatda bulunmazdan evvel, Metropolit Efendi'nin risâlesinde
müdafaasını yaptığı Hristiyan akîdelerini inceleyelim:
Metropolit
efendi !
Risâlende:
"Allah'ın oğlu İsâ'nın da Allah olduğunu,
mukaddes kitablar da ya'ni eski ve yeni Ahidler de bütün dünyaya ilân
etmişlerdir. Tevrat ve İncil Allah'ın sahih kelâmıdır. Ne yazık ki İslâm
uleması ve Kur'ân'ın müfessirleri bunlara îcab etdiği kadar alâkadar
olmamışlardır" buyuruyorsun.
İslâm ulemâsı, elinde Kur'ân gibi mübeccel bir kitâba sahib olan o ulemâ,
bu bahislerle îcab etdiğinden çok fazla alakadar olmuşdur. Bunun içün
de Hristiyaniyetde îtikad bahsini akl-ı selîme göre ma'kul olmadığını
her an beyâna hazırdırlar.
İmdi:
Zât-ı âlinize soruyorum:
1- Allah; et, ten, kan mıdır, değilmidir ?
2- Allah'ın kahrı câiz olur mu ?
Eğer
"hayır olmaz" dersen; ya'ni bunların ikisine de menfî cevab
verirsen o halde:
"Akşamın altısında ey elleri haça
çivilenip kanı üstünde donuncaya kadar kalan ! Ölümün için ölmek isteriz."
" Ey tanrı !
Senin çivilendiğin civiler yüzünden bizi kurtarmanı dileriz" diye
yapılan niyazlara ne buyuracaksınız?
Metropolit efendi !
"Mukaddes kitablarda ya'ni, eski
ve yeni Ahidlerde, Allah'ın oğlu İsa'nın da Allah olduğunu ilân edilmiştir"
buyuruyorsun.
Şunu iyi bil ki: Mukaddes kitabların hiçbirinde
"İsa Allah'dır" denmemiştir. Ya'ni: Ne Hazret-i İbrâhîm, ne
Cenâb-ı İsmâil, ne de Musâ Kelîmullah "İsa Allah'dır" diye
beyân etmemişlerdir.
İmdi eğer " onlar bilmiyorlardı" derseniz, cehil isnâd etmiş
olursunuz ki küfretmiş olursunuz. "Evet" derseniz, bütün mukaddes
kitabları yalancı çıkarmış olursunuz.
Hristiyan i'tikadında:" İsa, Âdem'in mahvına bedel çarmıha gerildi"
deniyor. Âdem'in izzeti içün İsâ'ya ihânet olundu" deniyor. "Âdem
memnu' ağaca elini uzatdığı içün İsâ, ağaç bir haça gerilip elleri mıhlandı"
deniyor.
Metropolit efendi !
Bu i'tikadlar mı insanı selâmete çıkaracak
?
Hazret-i İsâ'nın sergüzeşti, kurban oluşu tathîr içünmüş, dünyadan kötülüğü
kaldırmak içünmüş.
Kimi tathîr ediyor? Kâfiri mi, mü'mini mi ?
Hazret-i İsâ'nın katliyle dünyadan hangi bir fesad zâil olmuştur?
Bir ufak suâlim daha var: Eğer "İsâ kendi arzûsu ile asıldı"
diyorsanız; Yahudilere merhamet ve İsâ'nın arzûsuna hizmet etdikleri
içün teşekkkür etmeniz lâzım gelmez mi ? Yook, "rızâsı olmayarak
asıldı" diyorsanız, o halde başka bir ilâh arayın! Zira kendi ciğerpare
evlâdını korumaktan âciz olan Allah'tan ne hayır gelir?
Metropolit
efendi !
Siz hem Hazret-i İsâ'ya ulûhiyyet isnad ediyorsunuz, hem de İncil'de
İsâ'nın gaybı bilmediği yazılıyor.
Bu nasıl Allah ki her şey'i bilmiyor?
Kliseye gidilir çörek yenip, şarap içilir.
Ekmek, İsâ'nın cesedi, şarap da kanı imiş.
Ne tüyler ürpertici fikir! İnsan düşmanı hakkında bile kullanırken iğrenir.
" Elime geçse etini yer, kanını içerim" gibi ...
Ey
metropolit efendi !
Şimdi bu safsatalarınıza vereceğim cevab şu olacaktır:
Ma'lûmât-ı akliyye ve nakliyye ve tecrübiyyenin mecmû'undan çıkan en
son netice: Her şey'in aslı, merci'i, me'âdı olan Cenâb-ı Hakk'ın, bizzarûre
vâhıd ü ehad, ferd ü samed olmasından ibarettir. Binâen'aleyh bir dîne
Hak dedirtecek şerâit-i asliyyeden en mühimmi ve birincisi Zât-ı Bârî'yi
tevhid, ya'ni vâhid-i kayyûm bir ma'bud tanımaktır.
Metropolit
efendi dikkat et !
Hakk'ın birliği öyle birliktir ki; kendi kendisini birlediği bir birlikle
birliktir. Yoksa aded manzûmesinde çiftin mukabili olan bir birlikle
bir değildir.
Künh-i hakikat-ı hayatiyetiyle hiç kimse münkeşif olmaz. Onu ne akıl,
ne vehim, ne de havas idrâk etmez. Kıyâsa da gelmez. Çünki bunların
hepsi muhdesatdır. Muhdesin şânı ise ancak muhdesi yani kendi gibi hâdis
olan şey'i künhü ile idrâk etmektir.
Cenâb-ı Allah'ın zâtı ve sıfatı hudûstan münezzehdir.
Hulâsa: Beşer Cenâb-ı Hakk'ın esmâ ve sıfâtının tenezzülât-ı Sübhâniyyesindeki
tecelliyâtının merâtib-i teayyünâtından bir şeyler bilebilir. Yoksa
Zât-ı Ehadiyyet karşısında lâl kalır.
Bütün Kütüb-i Semâviyyeyi câmi' olan Kur'ân-ı Mübîn'de : " Kul
hüvallahü ehad allahüssamed lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehu
küfüven ehad" diye beyânat vardır.
Meâli :
" Resûlüm ! Her şey, Anın taht-ı
ihâta ve tasarrufunda olan Allah'ını mevcûdâta ilân et! Mevcûdatdaki
bu tasarrufatın, şuûnatdaki bu feyz-i hayâtın O'nun esmâ-i İlâhiyyesinin
tecelliyatı olduğunu duyur. Kesret denilen Tecelliyat ve vâhidiyetin
merci'-i mutlakı o Ehad olan Allah'ı beyân et.
O Zât'ı Mutlakın ehadiyyeti, vahdâniyyetden bile müstağni, bu kadar
kesret ve azamet tecelliyatiyle zâtından bir şey eksilmediğini bildir.
O'nun samed olduğunu, bütün mevcûdâtından
müstağni, bize tâbi' olmakdan ganî, fakat bütün mevcudat O'na muhtac
ve müftekır, O'nun hükmü tahtında mahkûm, def ü ihtiyacda cümlenin merci'i
bulunduğunu beyân et.
Evet O, öyle bir kayyûm olan Allah'dır ki; o derecede şânı âlîdir ki;
hiçbir şeyle münasebeti ve O'na teallûku olmadığı gibi, bir şey'e tekarrüb
edip de Ondan intifa' etmek şâibesinden de münezzehtir.
Eşyadan hiçbir şey'in cüz'ü değildir, hiçbir şey'i tevlid tarîkı ve
infisâl ü infiâlât-ı bâtına mecburiyetiyle bu sahne-i âleme getirmedi.
O, bu gibi aczden ve ihtiyaçtan münezzehtir.
Bu mezâhir O'nun sırr-ı ehadiyyetini izhâr içün (Kün) emrinin tecellisinden
ibarettir.
Kezâlik O, öyle bir şeyle temas edip, kendisine muîn olmak üzere bir
şey tedârik etmedi. Kimse O'nu taht-ı tasarrufuna almadı. Kendisinden
hiçbir cüz zuhûr etmedi.
Hulâsa:
Doğmadı, doğurmadı.
O, irâdesinde kaadir bir Zât-ı Mutlak olup, hiçbir şey O'na küfüv, misil
ve nâzir olmadı.
İşte Habîbim ! Allah'ın; noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlariyle
muttasıf, vücûdu ile mevcûd, sıfâtiyle muhît, esmâsiyle ma'lûm, ef'âliyle
zâhir, âsâriyle meşhûd olduğunu i'lan et.
Metropolit
efendi !
İşte Dîn-i Celîl-i İslâ'da Cenâb-ı Hak böylece beyan buyurulmuştur.
Nasrâniyyete gelince, bunda iki mezheb vardır:
1- Doğrudan doğruya İsâ'ya "Allah'dır" diyen mezheb.
Bunlar İsâ'ya hem Allah" der, hem de Meta İncilinin 26. faslında:
Bir abd-i âciz diye
İsâ'nın tadarru'da bulunduğu beyan olunur.
Yuhanna İncilin 17. faslındaki ifadesinde ise: İsâ'nın Rabbi teâlâ'ya
tedarru', niyaz ve şükürleri görülür.
Fasl-ı mezkûrda mestur ki: Tâife-i Yahûd, Hazret-i İsâ'ya:
"Senin dediklerine kim şehâdet eder ?" dediklerinde :
Cenhab-ı İsâ cevaben: "Beni ba's u irsâl eden Rab bana şâhiddir"
buyurmuştur.
2-
Nasarâ dininin ikinci mezhebinde ise: " İsâ aleyhisselâm Allah'ın
oğlu olup hem İlâh ve hem insandır. Pederi cihetinden Allah, annesi
cihetinden insandır. Yahudîler onun âdemiyyetini katletmişlerdir. O
katil de İsâ'nın cesed-i insâniyyeti kabre dahil olduktan sonra, ulûhiyyeti
cehenneme inip oradan Âdem, Nûh, İbrâhim ve sâir cemi' enbiyâ aleyhimüsselâmı
ihrâc eylemişdir ki; onlar pederleri Âdem'in cennetdeki şecere-i mamnû'a
hatîasından dolayı cehenneme indirilmişlerdir. Hazret-i Mesîh'in lâhûtiyyeti
nâsûtiyyeti ile ya'ni cihet-i ulûhiyyeti cihet-i âdemiyyetiyle birleşdikten
sonra hep birlikte semâya suûd etmişlerdir" denir.
Bin seneden beri kültürünün en büyük unsurunu İslâm dîni teşkil eden,
tarihin en eski
efendisinin oğlu olan necib Türk milletini Hristiyanlaştırmak isteyen,
Kur'ân'a "âhenksiz" diyen, büyük cihangir Fatih'in Hristiyan
olduğunu söyleyen, Müslümanlara " Yahudî Râfızî"si diye bühtanda
bulunan, düşmanına dahi merhamet elini uzatan Hazret-i Muhammed'e, Hazret-i
İsâ'yı ve Cenâb-ı Meryem'i bu sahne-i şühûdda berâet etdiren o Cenâb-ı
Ahmed'e, mürebbî-i ukûl, beşeriyyetin fahr-i ebedîsi olan o zât-ı âlâya
"zorbadır" diye Ebu Cehl'in dahi yapmadığı tecâvuzu yapıp
"Nurlu Ufuklara" isimli broşüründe yayınlayan Metropolit Yakovas!
Acaba bu îtikadlar akl-ı selîm karşısında nasıl tutunabiliyorlar ?
Yine risâlenizde:" İncil-i şerif'in hiç tahrîf görmediğini "
yazıyorsunuz. Tahrif görmeyen İncil-i şerif, ancak Kur'ân-ı Mübîn'de
beyân edilen İncil-i şeriftir.
Yoksa âlem-i Hristiyâniyyetin ellerinde bulunan İncillere gelince: Bunlar
birbirlerini de tutmazlar. Onun içün Beşeriyyetin Fahr-i Ebedîsi Hazret-i
Muhammed: " Hristiyanların ellerindeki İncillerin âyetlerinin hepsini
tasdik de etmeyin, inkâr da etmeyin. İsabet eden âyetler de vardır,
tağyîr ü tahrîfe uğrayan âyetler de vardır" buyurmuşlardır.
Evet hâlen Hristiyanların elinde olan dört İncili: Meta, Lûka, Markos,
Yuhanna nâmındaki kimseler yazmışlardır:
Meta: Hazret-i İsâ'nın semâya ref'inden evvel onu ne idrak etmiş ve
ne de rü'yet etmiştir. Semâya suûdundan sonra İskenderiye'de kendi hattı
ile İncil'i kaleme almıştır.
Lûka'ya gelince: O da Hazret-i İsâ'ya yetişmemiş, İsâ'nın semâya ref'inden
sonra nasranî olmuş ve nasranîliği Pavlos'un elinde vuku'bulmuştur.
Markos ise: Bu da Hazret-i İsâ'yı görmeyip, Havâriyyûn yedinde Hristiyanlık
dînine duhûl etmiştir. İncil'i Roma şehrinde yazmış, 6. babında diğer
İncillerin eshâbına bir takım mes'elelerde muhalefet de etmiştir.
Gelelim Yuhanna'ya : Nasârâ'nın zu'munca Hazret-i İsâ bunun velîmesinde
hazır bulunmuş ve suyu şaraba o vakit tahvîl eylemiş, gûya İsâ'nın ilk
mu'cizesi de bu olmuşmuş. Yuhanna bunu görünce zevcesini terk ile din
ve seyehatda Hazret-i İsâ'ya tâbi' olmuşmuş.
Yuhanna da Yunan lisanı üzere İncil'i kaleme almıştır.
Metropolit
efendi !
Geniş tafsilatîna girmediğim şu ufacık izahatda Hristiyaniyetdeki İncillerin
Hazret-i İsâ'nın bu alemden çekildiğinden nice seneler sonra kaleme
alındığını hatırlatıyor herhalde.
Kur'ân'ı Mübîn'e gelince: O Kitâb-ı Celîl; vahy-i İlâhi ile Hazret-i
Muhammed'e tecellî eder etmez derhal Resûl-i Ekrem'in huzurunda yazılır,
sonra yalnız satırlara yazılmakla da kalmaz, beş yaşındaki masum yavrunun
sadrından tut, seksen yaşındaki pîr-i fânînin sadrında da mahfuz kalırdı.
Evet, ma'nen de Allah'ın hususî hıfz u emânında olan o Kitâb-ı Mübîn'in
on dört asır geçtiği halde bir noktasına bile el sürülememiştir.
Metropolit
efendi !
"Hakikatı arayan bir tek insan yoktur ki mukaddes kitabları tedkikden
sonra Kur'an'ın onlar ile olan âhenksizliğini affetsin " buyuruyorsun.
Sen bu cümlelerinle çok zavallı bir mevki'e düştüğünün farkında mısın?
Kâşki buraları hiç karıştırmasaydın !
Bin seneden beri kültürünle en büyük unsur dîn-i Muhammedî olan, âfitâb-ı
ehadiyyeti kalb-i pâkinde seyreden bu necib, asîl Türk milletini kendi
aklınca Hristiyanlığa teşvik etmek propagandasında bulunurken, korkarim
ki Hristiyan münevverlerini de elinden kaçırıcaksın.
Ben önümüzdeki bahislerde Hristiyâniyet âleminin ve medeniyetinin en
yüksek kürsülerine mâlik olan beynelmilel âlimlerinin Kur'ân'ın huzurunda
nasıl eğildiklerini ve onun nasıl beyân etdiklerini sana anlatacağım
ve hazret-i insafın huzuruna koyacağım.
Şimdi senin "âhenksiz" dediğin bu büyük Kitâbın bir nebzecik
ta'rifini yapmak istiyorum.
İşte o büyük Kitâb : Her zaman gençtir, dinçtir. Asırlar geçtikçe kuvvetini
daha açık meydâna koyar. Hasmını muârazaya daima çağırır. Elinde Kur'an
bulunan kimse içün münkiriyıkmak güç gelmez.
Kur'an: Hasmına, ilmen, aklen her zaman galibdir.
Kur'an: On dört asırdır beşeriyyetin en mütebahhir ulemâsını, en yüksek
edîbini, en parlak hatiblerini muârazaya da'vet eder. O Kitab, kâinatın
hulâsası ve âyât-ı kevniyyeyi okuyan mütenevvi dillerin bir tercümân-ı
ebedîsidir.
Kur'an: Gayb ve şehâdet âleminin kitâbının müfessiridir.
Kur'an: Yerlerde, göklerde gizli esmâ-i ma'nevînin keşşâfıdır.
Kur'an: Hâdisat satırlarının altında gizli hakayıkın anahtarıdır.
Kur'an: Âlem-i şehâdetde, âlem-i gaybın lisânı ve şu âlem-i
şehâdet perdesi verâsında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifât-ı
ebediyye-i Rahmâniyye ve hitâbât-ı ezelliyye-i Sübhâniyyenin hazinesidir.
Kur'an: Âlem-i Âhiretin mukaddes bir haritasıdır.
Kur'an: İnsâniyyeti, dünya ve ebediyyet seâdetine sevkeden
yegâne mürşiddir.
Kur'ân: Hem bir kitâb-ı hikmet, hem bir kitâb-ı da'vet,
hem bir kitâb-ı fikir, hem Evliyâ ve Sıddîkîn ve urefâ-i muhakkıkînin
muhtelif meşreblerine, ayrı ayrı mesleklerine, her birindeki neş'e zevkına
lâyık ve o neş'eyi tenvîr edecek, sonra her bir mesleğin mizacına muvâfık
ve onu tasvîr edecek bir kitâb-ı semâvîdir....
|