Ey
Hak dostları !
"Ma'neviyyat
Bağçesi", "Evliyaullah Sözleri", "Ârifler Sofrası"
olmak üzere üç kısıma ayırdığımız bu kitâbımızın "Ma'neviyyat Bağçesi"
ismini verdiğimiz birinci bölümde:
Asırlardan beri milyarlarca insanın gönlüne muhabbetini koyan, ismini
hürmetle yâd etdiren büyük insanların: Sayıya girmeyecek kadar çok ve
akla veleh verecek kadar muazzam olan kerâmetlerinin bir kaçından;
"Evliyâullah Sözleri" ismini verdiğimiz ikinci bölümde:
Her biri; beşeriyyetin ayağının kayacağı yerlere rekzedilmiş ma'nevî
birer işaret olan mübârek sözlerinden;
"Ârifler Sofrası" ismini verdiğimiz üçüncü bölümde ise:
Oturdukları ma'na sofrasında bize de sunmak lûtfunda bulundukları gıdâ-i
ruhânîlerin bir nebzesinden bahsedeceğiz.
Bunlardan bahsedişimizin sebebi şu ki:
Hak ve hakîkat yolunda ilerlerken; eğer bu zâtların hâllerini ve sözlerini
kendimize düstur ittihâz eder, bu yoldan çabalar, meselâ: Gadabımız
varsa izâle eder, hasedimiz varsa yok eder, buğzumuz varsa sindirir,
âh almaz, can yakmaz, gönül kırmaz, hulâsa bütün çıkıklıklarımızı atar,
insanî sıfatlarla kendimizi bezersek; me'mûl ki yakamızı kurtarır, Cenâb-ı
Hakk'ın huzuruna alın akı ile çıkabiliriz.
Hattâ bütün bu güzel hâllerin kendimizde tatbik kaabiliyetini bulamayıp,
bunlara sadece özenip içli bir "âh" çekmenin dahi yine Cenâb-ı
Hakk'ın indinde büyük bir kıymeti hâiz olduğunu bilirsek, yine me'mûl
ki, Cenâb-ı Hakk'ın: "Onlara sual sormayın, yapamasalarda özendiler"
iltifât-ı sübhânîsine mazhar olabiliriz.
Ta'rif bizden... Tevfik Cenâb-ı Hak'dan...
***
MANEVİYYAT BAĞÇESİ
Hazret-i Abdülkadir-i Geylânî
Zaman İçinde Zaman , Mekân İçinde Mekân
Evliyâullah'ın
sertâc-ı ibtihâcı, mahbûb-ı Sübhânî, Gavs-ı Samedânî, Pîr-i A'zam Cenâb-ı
Abdülkaadir-i Geylânî Hazretlerine hizmet edenlerden biri, Hazret-i
Gavs'ın cemâlli bir zamânında huzûr-ı seniyyelerine çıkarak:
" Efendim, Cenâb-ı Hak zâtınıza kudretinin tesarrufunu bahşetmişdir.
Onu içün istediğiniz kimselere ufak bir nazar-ı âlînizle birçok rütbeler
verebiliyorsunuz. Kulunuz da epey size hizmet ettim, bana hâlâ bir şey
ihsân etmediniz, niyâz ediyorum" diyor.
Koca Gavs:
"Peka'lâ, bugün bana bir helva pişir de,
bakalım Kudret neler ihsân eder, senin de gönlün olsun" buyuruyorlar.
Adamcağız, "Bâşüstüne" diye sevinerek, helvayı pişirmeye başlıyor.
O esnâda da Hindistan'dan bir hey'et gelerek Hazret-i Abdülkaadir-i
Geylânî'ye arz-ı ubûdiyyet etdikten sonra:
"Efendimiz, hükümdârımız öldü, bize bir hükümdâr göstermenizi niyâza
geldik" diyorlar.
Bunun üzerine Hazret-i Pîr, helva pişiren adamını çağırarak:
"Nasıl, Hind pâdişahlığını kabûl edermisin?" diye ferman buyuruyorlar,
adamcağız pür neş'e:
"Aman efendim, ihsan buyurdunuz" diye can atarak sevinirken,
Hazret-i Gavs:
"Yalnız, seni şu şartla oraya pâdişah yapıyorum, ne kazanırsan
yarı yarıya olucak" buyuruyorlar.
Pek tabiî olarak tâlib, bu emri minnetle kabûl ediyor.
Nihâyet adamcağız hakikaten söylendiği gibi Hindistan'da büyük bir saltanata,
muazzam saraylara, mutantan debdebelere, hasnâ müstesnâ zevcelere, hüsn-i
âne mâlik câriyelere mâlik olduğu gibi bir de erkek evlvda sâhib oluyor.
Aradan da on bir sene geçiyor, ve bir gün Hazret-i Abdülkaadir-i Geylânî'nin
teşrifleri haberi çıkıyor. Hükümdar, Gavs-ı Samedânî'yi istikbâl ederek
sarayında birkaç gün hizmetinde bulunduktan sonra Cenâb-ı Pîr artık
avdet edeceklerini haber veriyorlar.
Pâdişah: "Efendim biraz daha rağbet edip bizleri sevindirin"
diye niyazda bulunuyorsa da Hazret-i Gavs'ın muhakkak teşrîf edeceklerini
anlayınca: "efendim bâri kusurlarımızı afv buyurun" diyor.
O vakit Sultan Abdülkaadir-i Geylânî Hazretleri, hükümdâra:
"Yalnız sizinle bir sözümüz vardı. Sizi biz buraya pâdişah olarak
gönderirken ne kazanırsanız yarı yarıya olucak, diye bir söz vermişdiniz.
Binâen'aleyh buraya geldikten sonra ne kazanmış iseniz hisablaşmak istiyorum"
buyuruyorlar.
Pâdişah bunun üzerine bütün servetini tesbît etdirerek yarı yarıya ayırıyor
ve Hazret-i Gavs'ın huzuruna arzediyor.
Sultânü'l-Evliyâ:
" İyi amma siz bir erkek evlâd da kazandınız onu da taksîm etmemiz
lâzımdır" buyurunca, pâdişah:
"O nasıl olacak ?" diye soruyor. Cenâb-ı Gavs cevâben:
" Çocuğu ikiye bölüceğiz, size istediğiniz tarafı vereceğim"
diye emrediyorlar.
Çocuk ortaya getiriliyor. Gavs-ı A'zam Hazretleri keskin kılıçlariyle:
"Destûr" deyip çocuğu tam ikiye ayıracakları esnâda, pâdişah
belindeki mücevher işlemeli giranbahâ hançerini çekerek:
"Eeey sehhâr herif! Senelerce bana hizmet etdirdiğin yetmiyormuş
gibi şimdi de tesâdüfün bana verdiği ni'meti elimden almak istiyorsun"
diye tam Hazret-i Gavs'ın göğsüne saplarken bir de bakıyor ki elindeki
kaşık helva tenceresine saplanıyor. Ne saraydan eser var, ne saltanatdan
ve ne de çocukdan bir iz ...
Bu hâl karşısında hayretler içinde kalan tâlibe, Cenâb-ı Pîr tebessüm
ederek:
"Oğlum karıştır helvayı... Biz bahil değiliz veririz, amma meyânesi
gelmeden de olmaz..." buyuruyorlar.
Ey tâlib-i hakikat !
Şimdi sen buna rü'yâ de, ister hayâl de, hulâsa ne dersen de. Bizim
diyeceğimiz ise bu hâl: Zaman içinde zaman, mekân içinde mekân olmasıdır.
Makam-ı Zât'a sâhib olan evliyâullaha Cenâb-ı Hak îcad ve îdam kudreti
ihsân etdiğinden bu gibi şeyler onlar içün oyuncak gibidir.
Zavallı tâlib, eğer ihlâs ile tam teslîm olmuş olsa idi ve Hazret-i
Pîr: "Çocuğu da taksîm edeceğiz" diye emretdiklerinde: "Efendim
taksîme ne hâcet, ben de sizin, çocuk da sizin" diye kalbiyle inkıyâdını
göstermiş olsaydı, elbette o kaşık hançer olup Hazret-i Pîrin göğsüne
saplanmazdı. Hazret-i Gavs hakikatde çocuğu parçalayacak değildi ya.
Onlar hayat almaz, hayat verir, hayat .....
*****
EVLİYAULLAH
SÖZLERİ
Ey hakikat yolcusu!
Mürebbî-i ukul olan Habîbullah'dan niün
şefâat istemiyorsun? Neye kerem ü ihsânını taleb etmiyorsun? Onun cemâlindeki
nurlar, âlemi muhîtdir. Din Onunla kemâl bulmuşdur. Ma'rifetullah zevkı
Ona muhabbetle hâsıl olur. İsmet-i Hüdâ, Onunla değilmidir? O, bütün
himmetlerin menba'ıdır. Enbiyâ ve Evliyâ'nın kerem ve himmeti ve melâikenin
tesbîh ve takdîsi hep Onun keremiyledir. O hâlde o nâzik kapuyu neden
çalmıyorsun?
Şunu iyi bil ki: Şefâat ve merhamet masdarı olan Resûl-i Ekrem'in kabûl
etdiğini Allah da kabûl eder.
Evet. Allah'ın sevmediğini Resûl-i Ekrem sevmez, Resûl-i Ekrem'in sevdiğini
de Allah reddetmez. Onu içün beşeriyyet zindanında biraz harekete geç,
azıcık O mübârek çehreye dön, hidâyet koşsun da sevil. "Bana nisbeti
yokdur" diyerek, O Azîz'in reddetmesinden daha büyük mahrûmiyyet
var mıdır?
Yâ
Resûlâllah!
Biz senin bizâtihî mu'cize olduğunu tasdik ediyoruz.
Sûretin Rahman, siyretin Hak olarak îmân ediyoruz... Allah'ının aşkına,
muktezâ-i beşerriyet kusur ve gafletimizden dolayı ümmetliğinden çıkarma.
Yâ Rahmeti bol!
Eğer bizi kovarsan, düşmanların sevinir, dostların
mahzûn olur. Ne olursun dostlarını mahzûn etme. Suçum ile senin keremine
bakdım, gönlüm ferahladı. Kudrete bakdım cemâl celâle dâime gaalib,
nûr, her an zulmetin fevkinde... elbette bu gözümün yaşı beni sâhil-i
rahmete sürüklüyecekdir.
Yâ Rabbi !
Seninle aramızdaki kalbin serâirine, rûhun ahvâline
kimin haddine düşmüş ki vâkıf olabilsin. O zevk ne söze gelir, ne harf
kalıbına girer ki anlaşılabilsin. O, senin tecelliyâtının bir emr-i
ma'nevîsidir, ta'bîr'e gelmez. Sedâ ve harfden münezzeh olan vahyy ve
ilhvmın tecellîsi, zâhir havass ile idrâk olunamadığından avam: "Vahyy
ne imiş, ilham ne imiş?" diye inkâr eder.
Ey hakikat yolcusu !
Âşık ile ma'şuk meyânında olan teallûk, tehallûk,
tehakkuk öyle ince bir işdir ki akla o kapu kapalıdır. O kokuyu koklayanın
dimâğ-ı cânından, o koku bir daha çıkmaz.
İşte Ya'kub'un almış olduğu koku da o koku idi. Hilkat gömleğine sinmiş
olan cânân kokusu, nûru zâil olmuş olan göze nûr getirdi.
O gölek, ne eskidi, ne yırtıldı... Niçün koklamıyorsun?
Yâ
Rabbi !
Değişiklikler, renkler pazarına tutuldum. Bu
tebeddülât, bu telvinât nedir? Aklım tutuldu.
Aşk sâhasında büyüyenler, benim gibi şaşırmadı kuvvetle yol aldılar.
Onlar: "Yârdan gelenin hepsi hoşdur. Bu kesret denizinde teslim
yelkeni çekilmeden açılmağa imkân yokdur" diyorlar.
Ey Hakikat yolcusu!
Şunu iyi bil ki: Mezheb-ii aşkda helâl olan,
mezheb-i akl'de haramdır.
Hazret-i Şâzilî'ye sormuşler:
"Malın kaçda biri zekâtdır?"
"Size göre kırkta biri, bize göre hepsi" diye cevab vermiş.
Gönül sâhibleri her an :" Meded yâ Rabbi" derler, o imdâd-ı
ilâhî ile, ölmezden evvel ölmenin zevkını duyarlar. İşte o vakit ebediyyetin
tadı çıkar. O öyle bir zevkdir ki, Cenâb-ı Hak Kitâb-ı Kerîm'inde Habîû-i
Edîb'ine "Onun kulu" ta'bîrini kullanmışdır ki bu zevkı ta'rîfe
dil müsaid değil.
Bu sözlerden: İşin kışrında kalanlar, aşk bağçesine herkesin girememesi
içün çalılık vazifesini yapanlar, aşk yolunda cânını fedâ etmekliğe
kıyamayanlaar, bir şey anlamazlar. Hastaya en güzel yemek ağır gelir.
Gözü rahatsız olan güneşden hoşlanmaz. Hulâsa tadmayan bilmez.
Aşkın tatlı âteşiyle yanan kalbden çıkan âh, âşıkı, ma'şûk-ı hakikîsi
olan Allah'a bir anda vâsıl etdiğinden, benlik sahrâsında dolaşan, nefs
putuna tapıp îman-ı zevkîye çıkamayanlar: "Biz neden olamıyoruz?"
diye adâvetlerinden hased âteşine yanarlar, gam boyası ile boyanırlar...
*****
ÂRİFLER
SOFRASI
Bir
ârifin huzûrunda kendisine hitâben: "İki gözüm, çok uzak düştün"
sözüne cevâben koca ârif: "Bizi iki gözünüz farzetdikden sonra
uzaklık, yakınlık kaldı mı ya?" buyurmuşlar.
Her
şey'i tabiat yapıyor diyenlere şaşılar!
O nasıl tabiatdır ki: Bir deryâ yapar, bir katresi tuzundan ağza alınmaz,
yine o nasıl tabiatdır ki o deryânın içinde mahlûk olan balıkları yapar
da, gıdâlarını da o tuzlu deryâdan verdiği hâlde o balıkların bir lokması
tuzsuz yenmez.
"Madde
ve kuvvet" diyenlere şaşarım, ilmi var mıdır diye sorarım. Kuvvet
bir sıfatdır, zâta muhtacdır a canım.
Rızâ
gülistanında teslim kokusu kokla ! İnsân ol !
Goncanın yanında diken olması onu dürtüp gül etmesine sebebdir... Bu
âlemdeki belâlar da gülün dikeni mesâbesindedir.
Aşk
denizinin girdâbında sâhiller vardır. Ümmîdsizliğe düşmeye gelmez. (
Bu cümlede Yûnus aleyhisselâm'a telmih vardır.)
Fir'avn'ın
yüz binlerce silâhdârânı, vahdet âleminin ehli olan Mûsa'nın asâsı ile
mağlûb düşdü, kırıldı.
Allah'a
hamd olsun bu kadar yaşadık ammâ; riyâ ehlini en nihâyet elinde "kadeh",
koltuğunda "minâ" ile gördük.
Resûl-i
Ekrem'in baş müezzini ve çok sevgilisi Hazret-i Bilâl'in âhirete teşrif
edecekleri andaki sözleri:
"Hakikî mevt: Allah'ı tanıyanlar içün en
büyük rahatlıkdır. Ben karanlık kuyu gibi bedenim ve cesedimin içinde
bir gedâ (kul) idim, şimdi şu anda ilâhî kuvvet ile şâh oldum."
İnsânın
"of" demesi cihânın varlığından dolayıdır.
Allah
içün ağlayan çok güler. Dünya içün ağlayan da sonra çok ağlar.
Felekde
şafaksız sabâh olmaz. Onun içün alnı açık adamın derûnu pürhûn olur.
Dalgıcın
çıkardığı cevherin kendisine fâidesi olmaz
Göz
mahbûbun yüzünü görmek içün işe yarar. Ya'kub'un, Yûsuf'u kaybolunca
göze ihtiyâcı kalmadı.
Zâhid,
kendisinin ne yapacağından, ârif de Hakk'ın ne yapacağından bahseder.
Zühd
ü takvâ: Kötü söylemekten vazgeçmek, aşk ve sevdâ da: Benliği terk etmekdir.
Adâlet
: Her şeyde hakkı kabûl etmekdir. Hak, hangi cem'iyyet arasında tearruzdan
masun kalırsa o cem'iyyet hakikî medeniyyetin en yüksek mertebesine
yükselmiş demekdir.
Âdem'in
mazhar olduğu tecelliyyâtı ya'ni nübüvvet ve velâyet gibi ma'nevî kemâlâtını
inkâr edip de İblis'in neş'esine müşâbih olma! İblis'i iğfâl eden o
aklı at!
Cenâb-ı
Hak semâyı yüksek vaz'etdiği gibi, mîzân-ı adâleti de semânın fevkına
vaz'etdiğini i'lân ediyor.
|