MİRAÇ
Enbiyanın
seyyidi, Alem-i Arş minberinin hatib-i ekberi, Sarya-ı Lamekan'ın hususi
misafiri, nefs-i natıka-i kainatın kalbi Hazret-i Muhammed ( Aleyhissalatü
vesselam ) Efendimizin kendi amel-i seniyyelerinden vücud bulan burak-ı
aşk ile Zat-ı Ahmedi'sinin, Cenab-ı Ehadiyyet'e teşrifatçılık merasimine
Namus-ı Ekber Hazret-i Cibril me'mur edilmişti.
Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya teşrif edildiğinde, Enbiya-i İzam
hazeratının ma'na-i seniyyelerine imam olup iki rik'at namaz kıldılar,
ki bu iki rik'at namaz "Sıfat" ve "Zat" bahislerinin
zevkını ta'lim idi. Bu namazın ezanı Cibril (Aleyhisselam) okumuşdur.
İlk okunan ve azamet-i Muhammedi'yi i'lan eden, şeair-i diniyyeden olan
ezanda bu ezandır.
Ba'dessalat semavata teşrif edilip keyfiyyeti bizce mechul olan avalim
(alemler) seyredilerek,(Sidre-i Münteha)'ya kadar Namus-ı Ekber Hazret-i
Cibril, kendilerine teşrifatçılık etmişlerdir. Ve İmamü'l-Etkıya Efendimize
kendilerine buraya kadar maiyyet-i seniyyelerinde bulunabileceklerini
söyleyince Hazret-i Resullüllah:
" - Beni yalnız mı bırakacaksın ?
" buyurmuşlar.
Hazret-i Cibril:
" - Ya Resullüllah ! Bir parmak buradan
ileri geçersem nar-ı gayret beni yakar. Buradan ilerisi Zat-ı Kibriya
ve Habib-i Kibriya'ya aiddir, harem-i hümayun-ı ilahidir. Zat-ı Muhammedi'nizden
gayrıya yol verilemez" buyurmuşlardır.
İşte Cenab-ı Fahr-i Alem, bu makamdan geçip cihetsiz alemde tecelli
ederek Zat-ı Ehadiyyet Cenab-ı Ahmediyyet'e feth edilerek bir selamlaşma
olmuşdur.
Vası oldu yare yari
Hazf oldu mim-i Ahmed
Tecelliyyat-ı cemal-i İlahi'nin karşısında Cenab-ı Fahr-i Alem, derhal
(Ettehıyyatülillahi vessavatü vettayyibat) ya'ni : " Tehıyyat ve
salavat, tayyibat, hürmet ü ibadat; Allah'ın zat'ı uluhiyyetine mahsusdur"
diyerek selam verince, Vacib Teala Hazretleri: ( Esselamü aleyke eyyühennebiyyü
ve rahmetullahi ve berekatühu : " Ey zatımdan zatıma tecelli ettiğimde
zuhur eden, zulmetin mukabili olmayan nurü'l-envar Peygamber-i Zişan'ım
! Allah'ın rahmeti, atıfeti, selameti senin üzerine olsun" diye
mukabele-i selamda bulundular.
O; ümmetinin şefi'i olan, ednayı a'la yapan, düşmanına dahi merhamet
elini uzatan ve alemlere rahmet bulunan Nebiyy-i muazzam hemen: ( Esselamü
aleyna ve ala ıbadillahissaliyıyn) diyerek selam-ı ilahiyi kabul etdi
ve ibad-ı salihıyn (salih kullar)'i de içeriye soktu, hissedar etti.
Allahü Teala Hazretleri:
"Habibim, buraya ne bir melek-i mukarreb
ve ne de bir nebiyy-i mürsel giremezdi. Sen sevdiklerini de soktun.
Biz de kabul ettik. Sen razı oluncaya kadar sana her şey'i i'ta edeceğim,
vereceğim" buyurdu.
Bu tecelli karşısında Cibril de :
(Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedüenne
muhammeden abdühu ve resulühu): " Ma'budün bilhak olan Allah'a,
O'ndan gayrı ilah olmadığına ve O'nun abd-i hassı, resulü bulunan Muhammed'e
şehadet ederim" diye mukabele etmiştir.
Cenab-ı Fahr-i Alem bu makamda sessiz, sözsüz, bizsiz, sizsiz doksan
bin kelimat konuştular ve Hak'tan bize müjdeler getirerek hane-i Ümmühani'yi
teşrif ettiler.
Sabahleyin harice teşrif-i şevket-risalet
kıldıklarında dinin düşmanlarından Ebıcehl ile karşılaştılar.
Ebucehl, küfr-i inadisinin mahkumiyyetinde biedebane:
" - Yeni bir havadisin var mıdır
? " diye Nebiyy-i Ekrem'e dil uzattı.
Fahr-i Kainat:
" - Evet. Bu gece Rabbim beni da'vet
etti. Ve bu da'vette Mescid-i Aksa'da Enbiya-i İzam'a imam oldum, namaz
kıldırdım" buyurdular.
Bu cümle-i Nebi karşısında Ebucehl'in
hasedi galeyana geldi ve ellerini çırparak:
" - Gelin, gelin, bakın Muhammed
neler söylüyor! " diye dalkavuklarını, kendine tapınan adamlarını
topladı.
Fahr-i Alem, sözünü yine tekrar etti.
Ebucehl'in adamlarından biri yaranmak için: " - Ben Mescid-i Aksa'da
çok hizmet ettim, orayı çok iyi bilirim. Pencerelerini saysın ve ne
vaz'ıyyette olduğunu ta'rif etsin bakalım" dedi.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem'e Mescid-i Aksa temaşa ettirildi. Fahr-i
Alem de Mescid-i Aksa'nın vaz'ıyyetini birer birer haber vermeye başladı.
Müşrikler çatlayacak hale geldiler. Her biri hasedinden bir söz söylüyordu.
Bu sefer Ebucehl avucunda gizlediği taş parçasının ne olduğunu sordu.
Hazret-i Peygamber Allah'ın ismini anarak Ebucehl'e:
" - Ben mi elindekinin ne olduğunu söyleyeyim, yoksa
elindeki mi benim kim olduğumu söylesin ? " diye emretti.
Ebucehl:
" - Önce sen elimdekinin ne olduğunu söyle, sonra da
elimdelier senin kim olduğunu söylesin" deyince Ebucehl'in avucundaki
taşlar ism-i celali zikrederek kelime-i şehadet getirdiler ve Allah'ın
birliği ile Resul-i Ekrem'in hak olduğunu i'lan ettiler. Bu hal karşısında
mevcud cemaatin bir kısmı derhal iman etti, bir kısmı da "sihirdir,
cin kuvvetidir" dedi. Ebucehl ise hiddetinden taşları yere fırlattı.
Etrafındakiler Ebucehl'in kederini teskin etmek için toplandılar ve
dediler ki :
" - Eğer Muhammed'in (Sallallahü aleyhi ve sellem) yaptığı fevkal'adelik
sihir olmayıp hakikaten Cenab-ı Hak tarafından yaptırılıyorsa, birkaç
gün sonra gökteki Kamer, bedr-i tam haline gelince ikiye bölünmesini
isteriz. Zira sihir göklere te'sir edemez."
Filhakika Kamer bedr-i tam haline gelince huzur-i Nebi'ye geldiler ve:
" Şu ondört günlük Ay'ı bölmenizi isteriz" dediler.
Cibril-i Emin de hemen geldi:
" - Ya Resul-i Muazzam! " dedi, " Cenab-ı Hak buyuruyor:
Resulüm hiç düşünmesin. Ezeli ve ebedi olan ism-i pakimi ansın. (Bismillahirrahmanirrahıym)
desin, o iki mukaddes parmağını Kamer'e doğru açsın, kudretimiz o parmaktan
tecelli edecektir."
Cenab-ı Fahr-i Alem Rabbisinin bu fermanını aynı ile tatbik eder etmez
Ay ikiye bölündü ve Resullüllah'ın mu'cize parmağı Kamer'de göründü.
Yarısı sağ parmağının semtinde, diğer yarısı da sol parmağının semtinde
olarak tecelli etti.
Şimdi: Şakk-ı kamer hadisesi zahirde böyle tecelli ettiği gibi bir de
bunun enfüsi ma'nası vardır.
Zira şunu iyi bilmek lazımdır ki : Dinin herhangi bir emrinin bir zahir
ma'nası, bir de batın ma'nası vardır. Bunların birisiyle amel edip diğerini
ihmal etmek, dinin yarısını yapıp yarısının terk etmek demektir. O halde
batında şakk-ı kamer hadisesi nedir ?
Şudur:
Zat-ı Baht-ı Ehadiyyet'i idrak mümkün değildir.
Fakat o tecelliyyatı hamil olan Zat'ı Ahmediyyet bize o feyzi verir.
Umur-ı hariciyyede bir misal istenirse: Şems'e daimi bir nazarla bakmak
kaabil olmaz. Fakat ondan feyzini alan Kamer'e, bedr-i tam halinde iken
doya doya ve safa ile bakılır.
Evet, sureti Rahman , sireti Hak olan Habib-i Kibriya Efendimizin şu
sözü de bizim için ne büyük bir burhandır: ( Men reani fekad reel-hak):
" Kim ki beni gördü, Hakk'ı gördü."
"
Ayinedir bu alem,her şey
Hak ile
kaaim,
Mir'at-ı
Muhammed'den
Allah görünür
daim ..."
Cenab-ı
Fahr-i Alem; Vacibü'l Vücud ile Mümkinü'l-Vücud arasında veter gibidir.
Mümkinü'l-Vücud içinde Allah'a muhatab olan sınıf; " İnsan"
sınıfıdır. Bu sınıfı Allah'a takdim eden Fahr-i Kainat Efendimiz olduğu
gibi, Allah'ı beyan eden de O'dur.
"
Sen bildirdin kimdir Allah,
Sensiz kim olurdu andan agah."
|