Yeşil Hoca

Muhyeddin-i Arabi
Okumalı Eserler Sureler



ŞEYH-İ EKBER MUHYEDDIN-İ ARABI HAKİKATI NASIL ANLATIYOR ?

     Şeyh-i Ekber Muhyeddin-i Arabi Hazretleri buyururlar ki :
"627 Hicret yılı Muharrem ayının son günlerinde bir gece ma-na aleminde Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi, Nefs-i Natıka-i Kainatın Kalbi, İmamü'l Enbiya vel Evliya Hazretlerini gördüm. Yed-i seadetlerinde bir kitab vardı.
    Bana hitab ederek:
    " Bu kitab Fususü'l-Hıkem = (Hikmetlerin Özü) kitabıdır. Bunu al, (kalbi ma'rifetullah zevkıyla çarpan ) insanlara arzet, lazım gelen feyzi alsınlar" diye emrettiler."
    Ey hakikat yolcusu !
    Şunu söyleyelim ki:
    Veli, nebi'nin vilayetinin varisidir. Nübüvvet vazifesinde tebliğ, umumadır. Nebi, cem'i ezdada me'murdur. Ancak hakaaik-ı ilahiyye herkesin isti'dadında kabule mazhar olamaz, dolayısiyle inkara saplanılır. Eğer bir şey nebi vasıtasiyle beyan edilip inkar edilecek olur ise küfrü mucib olacağından, bu hususlar merhameten veraset-i nebeviyye-i Muhammediyeye malik olanlar tarafından nas'ın anlayacağı şekilde şerh ile beyan edilir ki, irfan yolundan geride kalınıp, inkara saplanılıp da küfre dahil olunulmasın diye.
    Resul-i Zişan Efendimiz, şöyle buyurmuşlardır:
(Men reani fekad reel hak feinneş şeytan la yetemesselu bi.)
   Ma'nası:
   " Her kim beni görürse Hakk'ı görmüşdür. Zira Şeytan benim suretimde mütemessil olamaz. Kat'iyyen o surette zahir olamaz."
   Evet, Resul-i Ekrem (Ve ma erselnake illa rahmeten lil'alemiyn)'dir.
   İsm-i hadi'nin mazhar-ı tammıdır. Şeytan ise ism-i mudillin mazharıdır.
İsm-i mudıll'in mazharı olan Şeytan, mümkün değildir ki, ism-i hadi'nin suretinde zahir olabilsin.
   Yalnız şurada bir incelik vardır:
   Bir kimse rü'yasında bir suret gördü ve o haletten müteyakkın oldu, veyahut ona denildi ki: "Gördüğün Resul (Aleyhisselam) dır." Fakat o suret, Resul-i Zişan Efendimizin suret-i asliyyesi üzerine olmasa, veyahut bir cihetten mutabık, bir cihetten muhalif olsa, o görülen suret, Resul (aleyhissalatü vesselam)'ın suret-i seniyyeleri değildir. Görenin, şeriat-ı Muhammediyyeye olan nisbetin suretidir. O'nun i'tikadında veya amelinde veya halinde veya makaamında o derece noksanlığına işarettir.
Keza suret-i asliyyesi üzerine görecek olursa, onun hidayet ile hidayetlendiğine, ilmde, amelde layıkı ile ona mutabaat ettiğine delalet eder.
   Esasen Ahlak-ı Muhammediyyeyi, Evsaf-ı Ahmediyye'yi giyindikten sonra olan rü'yet, başka bir rü'yet'dir. Hassa-i basar ile mukayyed değildir. Bil ki aynı basiret , aynı ilm, aynı kalb ile hasıladır. Daha doğrusu Hakikat-i Ahmediyye'nin bizzat kendini izhar etmesidir.
   İşte Şeyh-i Ekber (radıyallahü anh) Hazretleri : " Ben Resulullah'ı gördüm" dediği vakit, ilm-i hakaaıkda alem idiler. Ve hakikaten O'nu müşahede etmişlerdir. Basiret gözleri ile , kalb gözleri ile Resul-i Zişan'ın suret-i hakikat ve ma'neviyyesini gördüler, ve ruhaniyye-i Ahmeddiyyeyi temaşa ettiler.
Zira Fahr-i Alem, ma'nen kendisine varis olan kimse ile her an görüşür, ona görünür. Çünki Resul-i Zişan, hiçbir alemle mukayyed değildirler. Bütün alemlerde suret'i muayyene-i mahsusası ile zahir olurlar. Hatta o makanda fani olan vilayet-i tamme eshabında dahi bu sır caridir.
   Şeyh-i Ekber Hazretlerinin: " Resul-i Zişan Efendimizin ellerinde bir kitab vardı." Cümlesindeki" el" den murad : Yed-i Kudret'in suretidir.
   "İndallah bu kitabın ismi: (Fususül'l-Hıkem)'dir" buyurulmuşdur ki :
Kitab'a (Fusus) tesmiye edilmesi: i'lam'dır.
Fusus: Hassa-i ma'luma olan meani ve hakkaaika delalet eder.
İmdi: Bu hikmetli işler, Enbiya Hazeratının gönüllerinden esma-i İlahiyye vasıtasiyle aleme nüzul etmektedir. Fakat asıl i'tibarıyla bu hikmetlerin hepsi, Nefs-i Natıka-i Kainat'ın kalbi olan Cenab-ı Fahr-i Alem'in kabzasında, bu hükmün tafsili, vilayet-i Muhammediye'nin yedindedir.
İşte Resul-i Zişan Efendimizin, Şeyh-i Ekber Hazretlerine :
   "Bu kitab'ı al, nas'a arzet, menfaatlensinler" emri, Hazret-i Muhyeddin'in, O vilayet-i Muhammediyyeye varis olduğuna ve bu hakaaikın, makam-ı insaniyyete kadem basamayanların ilminden uzak olduğuna, yani sıfat-ı hayvaniyye ile muttasıf olanların fehminden müteali bulunduğuna bir işarettir.
   Evet, Şeyh-i Ekber Hazretleri, Resul-i Ekrem Efendimizin varis-i ekmellerindendir. Ve kendilerine ikram edilen bu kitabdan her ne buyurmuşlar ise, Resul-i Ekrem'in emrettiği şey'i buyurmuşlardır. Onu ne ziyade ve ne de noksana istitaatları yokdur.
   Esasen kendileri:" Emr-i ma'neviyi emr-i hisside zahir ettim" diye emrederler.
Hazret-i Muhyeddin'in, Resul-i Ekrem'in haddi üzerine ziyadesiz ve noksansız bu kitabı ibraz etmesinin vechi şudur ki : Kendileri aynı zamanda naib-i emindir. Emnanet, ziyade ve noksan kabul etmez. Edeb-i ilahi ile müeddeb olan kimseye Şeytan yaklaşamaz. Nur-ı İlahi ile münevver olan kimsede rezail bulunmaz.
(Ve men ya'tesım billahi fekad hüdiye ila sıratın müstekım.)
Nitekim bu kitabda Şeyh-i Ekber Hazretleri, tercüman-ı Resulluhllah olmuşlardır.
Onun içün iman-ı zevkiye terfi edemeyip, suret aleminde kalıp da Cenab-ı Muhyeddin'e hücum edenler, ma'nen Kelam-ı Hakk'ı ve Kelam-ı Resulü inkar etmek mevkiine düşerler.
Eshab-ı kulub ve Ehlullah'a gelince: Onlar bu kitab'ın sırrına vakıf olan kimselerdir. Ve bu kitab'ın makam-ı tasdisden tenezzül ettiğine, elfazında zahir olan, ma'nasında beyan buyurulan ilm ve irfanın, ya'ni bu kitab'ın suret-i ma'neviyyesinin irade-i İlahiyye ile Makam-ı Ehadiyyetden tecelli ettiğine iman ederler.
   Şeyh-i Ekber Hazretleri buyururlar ki:
   "Ben Nebi değilim, Resul de değilim, velakin ben, varisim. Veraset-i Muhammediyeye hasebiyle tecelli etmekliğim; Hakikat-i Muhammediyyeden mütecelli olan mahiyeti, O'nun ilm ve halini, kemalatının bütün suretini; evlad-ı sulbisi gibi varis olarak, veraset-i külliyeyi, cem'iyyetim hasebiyleEmr-i Hak ve Emr-i Resul ile inzal ve tenzil ederim. Ve bu esrarı, Hazret-i Resululah'dan alıp, Emr-i Hak ile izhar etmekle, merci'im ve akibetim yine Hazret-i Muhammed'dir. Ahiretim için ise harisim."
   Bu arada şunu da şöylece hatırlatalım ki :
   İhtisas-ı İlahi olan nübevvet ve risalet-i teşri'iyye; Hazret-i Muhammed(aleyhisselam) ile nihayetlenmişdir. Zira nübüvvetden murad: Kemal-i din-i İlahidir. Emr-i din ,Resul (aleyhisselam) ile ikmal olunmuşdur.
   Cenab-ı Hak :
   (El yevme ekmeltü leküm diyneküm ve etmemtü aleyküm ni'meti) ferman-ı sübhanisi ile bu hususu apaçık beyan etmişlerdir.
Yalnız Kur'an-ı Mübin, muallimsiz öğrenilmez. Ya'ni Kitab-ı Kerim'in mana-i enfüsisi, onun hakikatleri muallimsiz öğrenilmez. O halde varisini inkar edemeyiz.
İşte Enbiyanın hakaaikı olan o ulum-i hikem ü mearif, verese-i Enbiya olan Ehlullah-ı izam Hazeratından ta'lim edilir. Onların kalblerine daima ilhamat-ı sübhaniye tenezzül etmektedir.
Her veli, Enbiya'dan bir Nebi'nin ilm, ahval ve makamatına varis olur ve o Nebi'nin makamatı ile kaim bulunur.
   
     Resul-i Zişan Efendimiz:
   (El ulemaü veresetü'l-enbiya) buyurmuşlardır.
   Enbiya, dinar ve dirhem olarak bir şey miras bırakmamışlardır. Onların bıraktıkları miras, ilm'dir. Evet, ancak ulum-ı İlahiyye, vehbiyye ve keşfiyyedir. Bunlar da tecellı-i İlahiyye ile nazil olup, kisb-i teammül ile muhassala değildir. Varis-i hakiki olanlar, ilmi, ölenden değil, ölmüyenden alırlar. Ya'ni Allahü Teala'dan ahzederler.
İşte Muhammed(aleyhissalatü vesselam) halen ve makamen Resul'dur. Tabii O'nun varisi de ilmen, halen ve makamen ekmel-i veresedir.
   "Ben bu kitabda hikem ü serairden hiç bir şey kendiliğimden ika etmedim. Allah ve Resulluhlah bana ne vermişse onu arzetdim. Kendi namına hiçbir tasarrufum yokdur. Hulasa ben, Hakk'ın lisanı olmuşumdur. Hak, benim lisanım ile konuşmaya başlamışdır. Banaen'aleyh benim verdiklerimi kalb kabınızda muhafaza ediniz. Ve biliniz ki : Sofilerin kalbleri; ilahi sırların hazinesidir. Ben size mücmel olarak söylerim, siz tafsil edin. Aldığını minnetsiz, külfetsiz, ücretsiz verin. Böyle ta'lim ü irşad eyleyin, Emr-i Resul ile amel edin. Zira ehl olan talibden bu ilmi gizlemek doğru olmaz. Bu kitabdaki ilm ü hikmet, ilm-i tevhidden hulasadır. Müstaid kalblerin zevklerine, meşreblerine tealluk eden bir hususdur.
   Ey ehl-i husus ve eshab-ı fufuf!
İşte bu size bir rahmet-i hassadır. Nasıl ki Cenab-ı Hak size genişletdi, siz de ehline, taliblerine genişletin. Bu hususda çok çalışın. Hakikat onlara perdeli kalmışdır. Bu münasebetle Hakk'dan mahrum kalırlar. Onu tahdid etmeye kalkarlar. Halbuki Enbiya ve varisleri olan Evliya, emr-i tevhid üzeredirler.
Onlar : ( Şehidallahü ennehu la ilahe illa hu ...) nazm-ı kerimi ve : ( Ve hüve bi külli şey'in muhiyt) ferman-ı Sübhanisinde beyan edildiği üzere: Şahid ve meşhud bir olup, vücud-i hakikiden gayrı bir vücud isbat etmediler. Böylece Hakk'a vahid oldular. Öyle oldular da mevcudat-ı eşyayı, O'nun vücudünde halike ve teayyünat-ı ayan'ı O'nun ayn-ı vahidesinde faniye olarak müşahede etdiler.
   Rahmeten lil'alemin olan Habib-i Ekrem, Emr-i İlahi ile buyurdular ki :
"Halkı, dalaletden ikaz edin, hakikat-i emre çevirin.İlm-i hakaaikı; ücretsiz, külfetsiz, minnetsiz i'ta edin ki; bu, rahmet meratibinin ekmeli ve efdalidir. (İşte O'nun rahmet-i Ahmedisidir ki, Şeyh-i Ekber Hazretlerine:' Al bu kitabı, beşeriyyet arz et' diye emretdirmişdir.)
   Ve yine lisan-ı edeb ve hal-i nezaketleri ile buyurdular ki: "Ben Allah'ıma yalvarırım ki ; benim ümmetimden te'yid olanlar, benimle haşrolsun."
   İşte benim de Cenab-ı Hak'dan dileğim: O'nun yardımından kuvvet alarak, bu hakikatleri olduğu gibi O'nun has ümmetleri zümresi arasında haşrolunmakdır."