Yeşil Hoca

Yasin Suresi
Varını Allah'a Sat Eserler Yesil Hoca

 

YÂSÎN SÛRESİ TEFSÎRİ

     Kur'ân'ın kalbi olan ve indallâh (El'azime) tesmiye edilen, sâhibini şerîf ve onu gelecek dünyâ ve âhiret korkularından masûn kılan, mihnetlere karşı koyup önleyen ve her fenâlığı def'edip sâhibinin hayırlı hâcetlerini meydâna getiren Yâsîn-i Şerif Sûre-i Celîlesi Mekke'de nâzil olmuşdur.
Âyetleri : Seksen üç.
Kelimeleri : Yedi yüz yirmi yedi.
Harfleri : Üç bin'dir.
Bu Sûre-i Celîle: Sâni'-ı A'zamı ve sıfâtını, nübüvvet ve mu'cizeyi, Hazret-i Muhammed'i ve makâmını âlem-i insâniyyete takdîm edip tanıtdırır, rıfk ile ümmet nasıl da'vet edilir âşikâr i'lân eder, süedânın ve eşkiyânın âkıbetini öğretir, kazâ ve kaderi isbât eder, bütün kâinâtın kudretullâhın tecellîsinin netîcesi olduğunu, ilm-i ilâhinin her şey'i ihâtasını, son günü, haşr-i ecsâdı, dîvân-ı ilâhîyi, ceza ve hesâbı açıkça beyân eder.
Bu Sure-i Celîle; Kur'ân'ın içinde Kur'ân'ın rûhu yerindedir ve onun içün "Kalb-i Kur'ân" denilmişdir.
Kitâbullâhda sûrelerin merâtib i'tibâriyle biribirine irtibâtı vardır. Bunların enfüsî cihetlerini tedkîk edersek bu irtibâtı görürüz. İmdi burada baştan nihâyete kadar sûrelerin irtibâtını zikredecek değilim, yalnız bir misâl vereceğim:
Meselâ : İnsâna emânetini veren ve o emânetin sâhibi olan Allâh'a hamdedip bu ni'met-i uzmânın şükründe kusûr etmeyip şükredilirse bunun netîcesinde bir mertebeye nâil olunur. İşte bu merteye "Sidre-i Müntehâ" mertebesi denir. Sidre-i Müntehâ'dan sonra "Cennetü'l-Me'vâ" gelir. Sidre-i Müntehâ'dan Cennetü'l-Me'vâya, o cemâle tayarân içün kanad lâzımdır. Ona işâreten Sûre-i Fâtır, Sebe' Sûresinin ardınca gelir. Sûre-i Fâtır'ın ardından da Sûre-i Yâsin gelir ki Levh-i Mahfûz mertebesine gidilmeye işârettir. Çünkü Yâsin Levh-i Mahfûza mukâbildir. Buna binâen kalb-i Kur'ân denilmişdir.

*******

Bismillâhirrahmânirrahiym.

     Yâ Rab! Nefsimin ve şeytânın şerrinden kaçıp sana ilticâ' eden kulum. Onların fenâlığından feryâd edip sana dehâlet ediyorum. Hakîkatde ilticâ' edecek hiçbir yer yokdur.
Yâ Rabbi ! Senin nâmınla işe başlıyorum.
Bütün esmâ-i ilâhiyyesiyle Habîbine tecellî eden ve onu bütün kullarına resûl olarak gönderip herkes içün sırât-ı müstakîmi açmış olan Allâh'ım ! Senin isminle başlıyorum.

     1- Yâsîyn.
Ey Nefs-i Nâtıka-i Kâinâtın kalbi olan Peygamber-i Hak! Ey Nûrü'l-envâr!

     2 - Velkur'ânilhakiymi.
Yevm-i mîsâk hakkı ve Habîbimle olan sırrım hakkı, hikmetinin nihâyeti olmayan nazm-ı üslûbu muhkem bulunan, her zamânın füsehâsını hürmetle karşısında tutan, urefâsını hayretde bırakan, ma'nâsını zamanlar tefsîr eden, beşeriyyetin saâdetini kâfil olan Kur'ân hakkı içün;

     3 - İnneke leminelmürseliyne.

     4 - Alâ sıratın müstekıymin.
Ey bütün mahlûkâta peygamber olarak gönderilen Hâtemü'l-enbiyâ ve Ey Ekmelerrüsûl! Sen hiç şüphesiz dosdoğru tevhîd-i zâtîye îsâl edici sırât-ı müstakîm üzerinde mütemekkin mürselîn-i kiramdansın. (Nazm-ı kerîmde kaseme cevab veriliyor. Ya'ni Cenâb-ı Hak kâfirlerin inkârlarını redd-i sübhânîsi ile redd buyuruyor. Kafirlerin, Resûlûllah'a "Sen resûl değilsin, Allah seni bize resûl olarak göndermedi" demeleri üzerine Cenâb-ı Hak onların Peygamber hakkındaki bu sözlerini reddediyor da Habîb-i Ekrem'inin risâletine kasemle şehâdet ediyor.)
İmdi, nazm-ı kerîmin huzûrunda durulacak olursa: Hiçbir resûlün erişemediği bir makâmı i'lân ve Muhammed (aleyhissalâtüvesselâm)in rütbe-i siyâdetine ve makâm-ı kurbiyyetine işâret vardır. Zîrâ sırât-ı müstakîm sırâtullâhdır. Cenâb-ı Fahr-i Âlem bir hadîs-i şeriflerinde buyururlar ki:" Allah ile benim bir tecellîm olur ki o tecellîde oraya ne bir nebiyy-i mürsel ve ne de bir melek-i mukarreb tecellî edemez." Her nebînin bir makâm-ı muayyeni vardır. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz Leyle-i Mi'râcda her Semâda ba'zı enbiyâyı gördüklerini, meselâ Hazreti Mûsâ'yı altıncı Semâda, Hazret-i İbrahim'i yedinci Semâda gördüklerini haber verdiler. Zât-ı Muhammedî'nin makâm-ı âlîlerine gelince: Hiçbir mevcûdun oraya eremeyeceği ve onun kemâli, Kur'ân-ı hakîmin ona nâzil olmasıyla pek âşikâr anlaşılır.

     5 - Tenziylel'aziyzirrahıymi.

Kur'an-ı Mübîn ma'den-i hikmetin menbâ'ıdır. Zîrâ O : Azîz ve ganî, tenzîlindehiçbir şey'e muhtâc olmayan, sırf merhamet-i ilâhiyyesiyle tenzîl eden Allâh'ın kitâbıdır. Bütün makdûrâta her vech ile ahkem ve eblâğ, onu tasdîk edenlere rahîm, etmeyenler hakkında ise gâlib ve kâdir, umum mükelleflere gaflet ve nisyân uykusundan uyandırmak içün Allâh'ın merhametiyle tecellî eden ve ind-i sübhânîsinden münzel bir Kitâb-ı Mübîndir. O hablûllâhdır. Ona sıdk ile sarılan Hak'kın izzet ve azametine mazhar olur, kâm alır.

     6 - Litünzire kavmen mâ ünzire âbâühüm fehüm gâfilune.

Ey Ekmelerrüsül! Yakın babalarına hayli zamandan beri Allâh'ı beyân edecek, Allâh'ı beyân edecek, Allâh korkusunu ve O'nun saygısını anlatacak peygamberler gönderilmeyen, gafletde, kalbleri uykuda ve fetret içinde kalmış, hayra, şerre, fevz ü saâdete âgâh olmamış bir kavme Allâh'ın azâbını beyân etmen, bu âlemden sonra nâmütenâhî ikinci bir âlem bulunduğunu, orada hiçbir kimse mensî ve mühmel bırakılmaksızın azîz ve rahîm bir Allâh'ın huzûruna çıkılacağını, bir dîvanda hesab verileceğini bildirmen içün ve burhânın da Kur'ân-ı Mübîn olmak üzere seni nezîr yapdık.

     7 - Lekad hakkalkavlü alâ ekserihim fehüm lâ yü'minûne.

Şunu da bilin ki : İzzet ü celâlim hakkı içün bunların pek çoğuna "azab" sözü hükm-i kat'iyy-i sübhânîyyemde svbit olmuşdur. "Kelime-i azab" sözü, kâfir olanlara, hak ve hakîkati örtenlere, bâtılı hak şeklinde göstermek isteyenlere hak olmuşdur. Bu söz İblîs'e tabi' olanlar içün fermân buyurulmuşdur. Artık onlar senin inzârınla imâna gelmeyip küfrü ihtiyâr edecekleri, peygamberlerini, kitâbını tekzîbde bulunacakları bence ma'lûm olduğu cihetle onlar şekâvet çerçevesi içinde mahsûr kalacaklardır. Habîbim ! Sen üzülme. Senin vazîfen ancak tebliğdir, irşâd ve hidâyet kapısını açmakdır. Yoksa o kapıdan girmek istemeyen içün üzülmek değildir. Onlar kendi ihtiyarları ile küfrü tercîh etmişlerdir. Cebr ile değil. (İslâm'ın şartı inkıyâddır, inkıyâd etmediler. İmânın şartı i'tikâddır, i'tikâd etmediler. İhsânın şartı işhâddır, bunların hiçbirini yapmadılar.)

     8 - İnnâ ce'alnâ fiy a'nâkıhim ağlâlen fehiye ilel'ezkâni fehüm mukmehûne.

İşte biz nezd-i celîl sübhânîmizde ma'lûm olan küfrü ihtiyâr edenlerin boyunlarına çenelerine kadar dayanıp başlarını kazık gibi tutacak kelepçeler, lâleler vurduk. Muzahrafât-ı dünyeviyyeden, hırs, tama', şehvet ma'deninden yapılan o kelepçeler boyuna geçdikten sonra artık o boyun Hak'ka karşı eğilir mi ? O yukarı dikilmiş baş Hak'ka karşı tezellül ve hudû ile bükülür mü ?

     9 - Ve ce'alnâ min beyni eydiyhim sedden ve min halfihim sedden feağşeynâhüm fehüm lâ yübsırûne.

Kemâl-i kahr u celâlimizden onların önüne hırs, tama', kibr, ucb, buğz ve adâvetden bir sedd çekmişizdir. Böylece âyât ü beyyinâtı görebilecek kalb gözlerini kör etmişizdir. Bunlar artık şevâhid-i zâhireyi ve âyât-ı bâhireyi görmezler, o seddi yıkıp, aşıp îmâna girmezler. Binâen'aleyh Hak'kı kabûlden mahrûm olup tevhîd ü îman yolundan uzak düşmüşlerdir.

     10 - Ve sevâün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yü'minûne.

Ey Peygamber-i Hak ! İşte bu sınıfa sen Allâh'ın azâbını anlatsan da, âkıbetlerinin vehâmetini söylesen de, söylemesen de müsâvîdir. Bunlar inzârdan müteessir olmazlar, azıcık nedâmet ve iştiğfâra dönmezler. O sedd içinde mahsûr olanlar sana, Dînine ve Kitâbına aslâ imân etmezler. Zirâ kulak ve gözlerindeki kalın örtü Hak'kı kabûle ve O'nu tezekküre, alâmâtını görmeğe mâni'dir. Esâsen onlar sâbık ilmimizde ve kazâmızda acı azâb ve dalâl-i baîd ile hükmolunmuşlardır. Sen artık bunlar hakkında üzülme ...